“Geleneğe ve otantik değerlere saygılı, aynı zamanda müzik kültürlerinin etkileşimini hiç göz ardı etmeyen, sağduyulu ve en önemlisi de içten bir çizgi benimkisi” diyerek müziğini tanımlayan, Balkanlardan Orta Asya’ya Dünya müziğini enstrümanına taşıyan Muammer Ketencoğlu www.izdiham.com’a konuştu…
Türkiye’de ve daha bir çok yerde akordeon ve Balkan müziği deyince akla ilk gelen isimlerdensiniz. Bir enstrümanı temsil etmek nasıl bir duygu? Bunun size zor geldiği anlar oluyor mu?
Ben, yaptığı işi hararetle seven, hayata abartısız, doğallıkla yaklaşan bir müzisyenim.
Bazı alanlarda bazı ilklere imza atmış olabilirim. Örneğin ülkemizde Balkanlı ya da Kuzey Anadolulu olmayan insanlar için akordeon azıcık yabancı bir çalgıdır. Hem Balkan müziğini hem de Ege ve Anadolu’nun başka bölgelerinden halk müziği geleneğini akordeonla icra etme denemelerim halk müziği severleri akordeonla tanıştırdı, barıştırdı. Hem bunun sorumluluğunu hem de konserlerimde sergilediğim performansın ve ürettiğim albümlerin nitelik kaygısını üstümde hep taşıdım, taşıyorum. Bir enstrümanı temsil etmek çok iddialı bir önerme olur.
Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafyanın yeryüzünde sizin için özel bir yeri var. Müziğinizde de bu bölgenin tınısını dinliyoruz. Muammer Ketencoğlu bir Egeli değil de doğulu olsaydı şu anda ne müziği icra ediyordu sizce?
Yaptığım müzikle doğduğum topraklar arasında güçlü bir bağ var. Dediğiniz gibi olsaydı bugün kendi alanlarımla kıyaslandığında daha az ortak paydam olan Doğu Anadolu, Orta Doğu ve çevre bölgelerin müziklerinin icracısı olurdum kuşkusuz.
Yine de doğduğum toprakların müziğine takılıp kalmadım, yalnız Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafyanın değil dünyanın geri kalanının geleneksel müziğiyle de bağlantımı hep korudum. Benim ilgimi dünyanın her köşesi çekiyor. ÖrneğinYoik adı verilen Eskimo şarkıları, Fransa’nın Manş kıyısındaki Breton bölgesinin dinamik dans havaları, Malezya’dan Andaman deniz çingenelerinin şarkıları, Güney Amerika’nın pentatonik yerli müziği, Kızıl Deniz inci avcılarının şarkıları, Etyopya’da Azmaris denen gezgin ozanların müzikleri… Kendini dünyalı olarak tanımlayan bir müzisyenin araştırma ve dinleme düzeyinde kendi yöresine takılıp kalması uygun olmaz bence.
Sanatçıların etnik kökenlerinin sanata bakış açılarını, müziklerini icra edişlerini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Öncelikle bu sanatçının bağlı olduğu etnik grubun politik ya da sosyal baskı altında olup olmamasına göre belirleniyor büyük ölçüde. Eğer müzisyen baskı altında bulunan bir toplumda yaşıyorsa etnik kimlik vurgusunu daha çok yansıtabiliyor. Bu yansıtma zaman zaman abartılı hatta tutucu olabiliyor. Ancak bugün müzisyenler eskiye göre çok daha kolaylıkla dünyanın zengin müzik birikimine ulaşabiliyorlar. Birçok müzisyen için etnik köken kavramı artık pek geçerli değil.
Örneğin ben müziğe profesyonel olarak başladığım yıllarda uzun süre sadece Yunanca şarkılar çalıp söyledim. Hatta ilk albümüm Sevdalı Kıyılar da Yunanca parçalardan oluşuyordu. Müzikal serüvenim etnik kimlik üzerinden ilerlemedi. 1993- 97 yılları arasında düzenlediğim Yeryüzünün Yedi Rengi adlı konserlerde dünyanın pek çok halk müziği geleneğini arkadaşlarımla birlikte sahneye taşıdım.
Zamanla çemberi daraltarak Balkanlar ve Batı Anadolu halk müziğine odaklandım ve yıllardır bu bölgelerin müziklerini icra eden çeşitli topluluklar, projeler yürütüyorum.
Karadeniz müziğine ilginiz ve Birol Topaloğlu ile çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. İleride bu müzikle ilgili projeniz var mı?
Karadeniz bir yanıyla Balkan diğer yanıyla Kafkas müziği ile bağlantılı bir müzikal bölge. Bu nedenle Karadeniz müziği hep ilgimi çeker. Dönem dönem Birol Topaloğlu, İberya Özkan gibi sanatçılarla ortaklaşa çalışmalar yapıyoruz. Ayrıca bu bölgedeki Kırım Tatar müziği beni derinden etkiliyor. Önümüzdeki aylarda da Kuzey Kafkasya müziği ile ilgili folklorik bir antoloji yayınlayacağım.
Balkan müzikleri alanında Triandafillos Sifiris, Penka Pavlova gibi dünya çapında ünlü isimlerle konserler verdiniz, önemli festivallere katıldınız. Gittiğiniz yerlerde, Türk müziğinin, bir Türk olarak sizin, Balkan müziği açısından önemi nasıl değerlendiriliyor?
Türlü nedenle Balkanlar’da ve dünyada Türk müziğinin pek de iyi tanınmadığını gördüm. Dünya müziği pazarı içinde Türk müziğinin ticari ve egzotik ögeler barındıran ürünleri yer alıyor. Çünkü nitelikli ürünler bu pazara açılamıyor. Sadece meraklısı arayıp bulabiliyor. Yabancı dinleyiciler benim gibi sanatçılarla festivaller aracılığıyla buluşabiliyor. Belirtmeliyim ki yaptığım müzik her zaman coşkuyla, övgüyle karşılandı. Zaman zaman yurt dışı konserlerimiz Türkiye’dekilerden çok daha sıcak geçebiliyor.
Türkiye’de ve yurt dışında müziğiniz ve enstrümanınız adına farklı bir yere koyduğunuz kişiler var mı?
Dünya baştan aşağıya büyük akordeoncularla dolu. Geçmişte ve günümüzde dünya pek çok usta yetiştirmiş. Birkaç örnek saymak gerekirse Romanya’dan Fulgerica- Konstantin Lakatuşu, Brezilya’dan Luiz Gongaza, Bulgaristan’dan Peter Ralchev, Bosna’dan Jovica Petkoviç, İsmeta Alajbegovic, Finlandiya’dan Maria Kaleniemi.
Türk halk müziği ustalarından Hale Gür, Özay Gönlüm, Erkan Oğur, Bulgar klarinetçi Ivo Papasov, Klezmer müziği icra eden Amerikalı müzisyen Michael Alpert ve topluluğu Brave Old World gibi örnekler hemen ilk aklıma gelenler.
“Elveda Rumeli” adlı dizide, “Sır Çocukları”, “ Sokaktaki Adam” gibi uzun metrajlı filmlerde ve belgesellerde, müzisyen, yapımcı ve oyuncu olarak yer aldınız. Müziğin evrenselliği sinemayla birleşince ortaya çıkan sanat ürününe nasıl bir katkı sağlar? Sinema ve müzik sanatsal açıdan nasıl bir bütünlük arz ediyor?
Müzik her zaman sinema sanatının olmazsa olmaz bir destekleyicisi olarak kabul görmüştür. Bu bağlamda kimi nitelikli TV dizileri için danışmanlık ve icra katkılarım oluyor. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun mübadele yıllarına dair Sevgili Hayat adlı oyununun müzikleriyle S-sinemacı Agah Özgüç’ü anlatan Perdede Işık İzi adlı belgeselin müziklerini besteledim. Ticari olmaktan çok yaparken mutluluk duyduğum yapımlara yöneliyorum. İyi bir müzik iyi bir sinema örneğinin ayrıştırılamaz bir parçasıdır.
Günümüzdeki dizi- film müzikleri sektörünü, müziğimizin gelişimi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dizilere kolaycı, büyük ölçüde bilgisayar destekli müzikler yapılırdı eskiden. Sektör gelişince çok kaliteli dizi müziklerine rastlamaya başladık. Akordeonu da eskiye göre daha sık duyar olduk. İşte burada benim bir katkım olduğunu düşünüyorum bir parça. Her bölüme müzik yetiştirmek zorunda olan bir müzisyen için durum zor tabii; zaman zaman yaratıcılığın tekrarcılığa dönüştüğünü görüyoruz dizi müzikleri alanında.
Radyoculuk sizin hayatınızda nerede duruyor? Müzik kariyerinizden ziyade dinleyiciyle bütünleşme açısından radyonun size nasıl bir katkısı oldu?
15 yıldır radyolarda düzenli olarak program yapıyorum. Ve radyo benim için son derece önemli bir buluşma noktası. Zamanla yarışmadan, popülizme düşmeden, gönlümün çektiğince hazırlıyorum programlarımı ve doğallıkla da sunuyorum. Dinleyicilerimden de paha biçilmez değerde karşılıklar buluyorum. Radyo benim üniversitem. Programın başındayken kendimi ders veren bir üniversite hocası gibi hissediyorum. Kasım 95’ten bu yana her Çarşamba saat 13:05- 14:00 arası Açık Radyo 94,9’da Tuna’nın Beri Yanı adlı programı hazırlayıp sunuyorum. Tuna’nın Beri Yanı’nda dinleyicilere ağırlıklı olarak Balkan müziği anlatıp örnekler çalıyorum. Zaman zaman kendi sınırlarımı da ihlal ederek dünyanın başka bölgelerinden de geleneksel müzik örnekleri dinlettiğim oluyor.
Anadolu’da kadınların yaktığı türküleri söyleyen 17 kadını bir araya getirerek oluşturduğunuz Kadın Sesleri Topluluğu ile çok önemli bir adım attınız. Bir çok engelin önüne geçtiniz. Bu tarz farklı projeleriniz var mı?
Ben üç projemle sahnelerde seyirciyle buşuyorum. Üçü de Türk müzik kültürü için daha önce yapılmamış, örneği bulunmayan projeler. Zeybek Topluluğumla Batı Anadolu’da yüzyıllar içinde oluşmuş Türk ve Rum müzik kültürlerini harmanlayıp benzerlikleri ve faklılıklarıyla birlikte sahneye taşıyoruz. Balkan Yolculuğu topluluğumla Balkanlar’da yaşayan tüm halkların geleneksel müziklerini icra ediyoruz. Kadın Sesleri topluluğumla da yeterince incelenmemiş, göz ardı edilmiş kadın ağzı türküleri derleyip toparlayıp küçük çağdaş dokunuşlarla seslendiriyoruz. Projeler seyircilerden çok kurumlarca desteklendikçe var olabiliyorlar. Oysa ben projelerimi tamamen kendi alın terimle, direngen tavrımla, desteksiz olarak ayakta tutmaya çalışıyorum.
Halk müziği adına oldukça geniş ve değerli bir arşiviniz olduğunu biliyoruz. Bu arşivi, müzisyen adayları ve müzikseverler için nasıl değerlendiriyorsunuz?
80’li yılların sonundan itibaren oluşturmaya başladım arşivimi. Elimde dünyanın bilinen veya az bilinen yerlerinden LP, kaset, cd ve dvd ve kitaplar bulunuyor. Öncelikle kendi projelerim için repertuar kaynağı olarak kullanıyorum. Bunun dışında düzenli radyo programım Tuna’nın Beri Yanı’nda ve yurt içinde ve yurt dışında yayın yapan çeşitli radyolar için hazırladığım programlarda yer veriyorum. Çeşitli film ve dizi filmlerde, belgesellerde, tiyatro oyunlarında ya da akademik araştırmalarda kullanmak üzere bana başvuranlar oluyor. Zamanım yettiğince ve çalışmanın benim için taşıdığı anlamla bağlantılı olarak paylaşım konusunda elimden geleni yapıyorum. Hazırladığım antolojilerde de en temel kaynak kendi arşivim.
Dünya müzikleri içinde Yunan müziği sizin için ilkler arasında. Geleneksel müziğe verdiğiniz önem de çalışmalarınızda kendini gösteriyor. Geleneksel müzikler içinde sizi başka hangi kültürlerin müzikleri etkiliyor?
Beni etkileyen pek çok müzik geleneği var kuşkusuz. İlk aklıma gelenleri sayayım: Güney Arnavutluk’taki akapella ya da çalgısal pentatonik müzik, Makedon şehir şarkıları (starogradski), Batı Ukrayna’dan Hutsul müzik geleneği, İran, Horasan bölgesi folklorü, geleneksel Gürcü çok sesli müziği, Türkiye’de de Reşadiye ve çevresinin kendine özgü halk müziği geleneği ve Gagavuz türküleri.
İnsanoğlu çağlar boyunca, duygularını bir sesle ifade etme ihtiyacı hissetmiş. Müziğin olmadığı bir dünyada sizce insanlar ne ile kendilerini ifade eder, ne dinlerdi?
Müziksiz bir dünyayı hayal edemiyorum bile. Edebiyatçılar alınmasın; başlangıçta müzik vardı diye düşünüyorum.
Evrensel bir dil, birlik oluşturma açısından müziği ve Türk müziğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özü gereği müzik sözcükler olmadan da kendini anlatabilir. Dünyanın her yerinde oluşan müzik geleneği bir bütünün parçasıdır. Bütün kültürel ögeler gibi dünya halklarının ürettiği bütün müzikler hepimize aittir. Çeşitli geleneklerin sergilediği farklılıklar, bir dilin şiveleri gibidir sadece.
İnsanoğlunun var oluşundan bu yana süregelen “arayışı” yolunda müziğin – günümüzdeki popüler müziği istisna tutarsak- ve enstrümanın nasıl bir kılavuzluğu olur sizce?
Dar anlamda, şiir gibi resim gibi bireyin iç dünyasını ve algıladıklarından öğrendiğini ortaya çıkarır müzik. Geniş anlamdaysa aynı dili konuşan ortak kültür oluşturmuş toplumların yüzyıllar içinde oluşmuş ortak duygu dünyasını ortaya çıkarmaya yarar. Toplumların karakterini geleneksel müziklerinde kolaylıkla görebiliriz. Ayrıca müzik yeninin, farklının ve daha karmaşığın peşinde koşan insanın deney alanlarından biridir.
Edebiyata ilginiz var mı? Şiir size ilham verir mi?
Tabii ki iyi bir okur olmaya çalışıyorum. Müzikten kalan zamanlarda kitap okumaya gayret ediyorum. Örneğin şu sıralar Tomris Uyar’ın Ödeşmeler’ini okuyorum. Geçen ay Anton Çehov’un yayınlanmış ilk öykülerini dehşetle okudum. Bir müzisyen şiire duyarsız kalamaz. Ancak ben müziği ve şiiri kendi mantıkları içinde algılayan biriyim. Beste yaparken de sözden önce müziği düşünüyorum.
Son olarak genç akordeonculara tavsiyeniz ve söylemek istedikleriniz…
Son zamanlarda gençlerde akordeona karşı kayde değer bir eğilim olduğunu farkediyorum ve buna çok seviniyorum. En başta bol bol dinleyecekler. Ben hala günümün önemli bir bölümünü dinleme ile geçiriyorum. Akordeon müziği kaynaklarına ulaşmak eskiye göre çok kolay. Web siteme zengin bir akordeon link listesi de ekledim, buradan da yararlanabilirler. Ardından çalışacak ve bol bol egzersiz yapacaklar. Başlarda şarkıdan daha çok teknik çalışmaları gerek. Nota öğrenmelerini ve akordeonun sol elini önemsemelerini tavsiye ediyorum.