Şöyle Kadifekale’den uzanıp, körfeze doğru bir diz vurduğunuzda Ege bir an insanın avucu, gözü kulağı olur. Hafif bir meltemi de ardınıza alıp Kordon Boyu’nda telvesi buruk, yanık bir kahveye binbir hatırayı sığdırabilecek kadar İzmirli’yseniz, İzmir’den geçmişseniz kapatın gözlerinizi. Çünkü bugün sizinle Balkanlar’ın, Ege’nin müzikal fotoğrafçısı, Egeli türkülerin, sevdaların kuyumcusu Muammer Ketencoğlu’nun denizden, çam ve palmiye agaçlarından damıttıklarının izini süreceğiz.
Ege’yi Anadolu’ya akordiyonla zimmetler, balık kokusunu odalarımıza nazar boncuğu niyetine takar Muammer Ketencoğlu. Birbirine sevdalı kıyıların çeyiz sandıklarında saklı, naftalin ve tütün kokulu türkülerini, pasaportsuz hikâyelerini derler. Bir bakmışsınız İzmir’in Kordon boyunda makamlar ve ritimler kolkola girmiş çiğdem çitliyor, bir bakmışsınız Kemeraltı çarşısının dükkanları sanki Selanikli kadınlara kumaş satıyor.
Bir Zeybek nasıl döner, bir roman nasıl klarneti nasıl çözer, ladino bir aşk nasıl bizim yüz çizgimiz olur onun akordiyonu ile görülür. O bizim görmediğimizi, göremeyeceğimizi gönül gözüyle gösteren hatıra defterimizdir. Acılarla harmanlanmış tarihimizden, ikiye bölünmüş fotoğraflarımızdan, kısaca mübadeleden türkülerin güzelliğini bugüne taşıyan önemli müzik armatörümüzdür. Tuna’nın yazdıkları, duydukları, bir Egeli balıkçıların bir de Muammer Ketencoğlu’nun ağlarına takılır.
Sokaklarında ağzında balıkla dolaşan kedilerin memleketi, İzmir’in masmavi ilçesi Tire’de 1964 yılında doğar Muammer Ketencoğlu. Müzik eğitiminin teorik ilk adımlarını körler okulunda atar. Ama bunun bir de öncesi vardır:
“Müziksever bir ailede yetiştim. Annem şarkı türkü söylemeyi çok severdi. Dayım İzmir’in Tire ilçesinde, evveliyatı çok zengin bandoda askerden döndükten ölünceye kadar şeflik yaptığı. Bu bando geleneği olan bir bando. Bana hep trompet çalardı, bateri de dahil olmak üzere envai çeşit enstrüman getirirdi, benim ilgimi müziğe çekmek için. En sonunda halkevlerinden kalma bir akordiyon getirdi, ki bu akordiyon benim kaderimi çizen bir enstrüman oldu. O zamanlar yedi sekiz yaşlarında falanım…“
Bandocu dayının hediye ettiği akordiyon ise öyle bildiğimiz mağazalardan alınmış bir enstrüman değildir. O yıllar halkın, bazı eşyaları, kendine ait mal varlığını politik gelişmelerden kurtarmaya çalıştığı, kendisine özgü yöntemlerle koruma altına aldığı yıllardır ve Muammer Ketencoğlu da ilk akordiyonunu dayısından böyle bir çabanın ürünü olarak alır:
“1951’lerde halkevlerinin kapatılacağı duyuluyor. Ve halk, herkes nasıl olsa burası kapatılacak diye kapabildiğini kapıyor, bir anlamda yağmalıyorlar. Ama bunu o günün koşullarında çok da olumsuz değerlendirmemek lazım. Halk bunu yapmasa o aletlere kimbilir ne olacak. Buna bir türlü koruma çabası diyebiliriz.“
1983 yılında başladığı Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde okurken Yunan kültürü ve özellikle Rebetika ile yoğunlaşır. Zamanla bu ilgi Tuna nehrinin sınırlarına dayanır ve Balkan müziğinin uzun soluklu bir Türkiye gözlemcisi haline dönüşür.
Yıllar önce Kalan Müzik’te yayınlanan ve Türkiye’de ilk ciddi Rembetiko albüm derlemesi olan “Rebetika I ve II bir tesadüf değildir. Çünkü Anadolu’nun birbirinden farklı folklorüne ilgi duyan, merak eden hemen hemen herkes Muammer Ketencoğlu’nu öncelikle Rembetiko arkeoloğu olarak bilir.
“Benimle ilgili imajda rembetikonun önemli bir yeri vardır. Benim hayatımda da önemli bir yeri var. Bir müzisyenin kalbi nerede atıyorsa onunla ilgilenir. Bir müzisyen binbir türlü müzikle ilgilenir, en azından ben öyle yaptım ve rembetiko bende diğer müziklerle karşılaştırılmayacak kadar derin bir etki uyandırdı. Bir diğer ayrıntı da; o yıllarda (1980’ler) Türkiye’de kendimizi keşfetme dönemindeydik. Yani Türk aydını da Türkiye’de Türkler dışındaki toplumların, cemaatlerin, azınlıkların müzikleriyle, kültürleriyle, kendi çevremizde ne olup bittiğiyle daha da yoğun ilgilenmeye başlamıştı.”
Ancak Muammer Ketencoğlu sadece Rembetiko ile kalmaz, Anadolu’yu çevreleyen bir çok kültüre, müziğe de ilgi duyar. 1995 yılında Ermeni, Gürcü, Azeri ve Orta Asya geleneksel müziklerini içeren dört ayrı kaset ile “Halklardan Ezgiler” dizisini yayınlar. O artık Türkiye’nin pratikteki en önemli etnomüzikologlarından biridir:
“Benimki bir çabadır. Okul yılllarında Dünya’nın her tarafından geleneksel müzikle ilgilendim. Bu daha fenaydı. Yani Dünya’nın her tarafına yetişmek bugün Birleşmiş Milletler genel sekreterinin bile yapamadığı bir şey! Ama zaman içinde gördüm ki; Balkanlardan Orta Asya’ya uzananan bir coğrafyaların bir komşuluk ya da bir yakınlık durumu var. Ben de gördüm ki bu müziklerde makamsal, ritmik ve kültürel bir bağlantı var. Ama bu coğrafyadaki her müzik geleneğini iyi biliyorum diye bir şey söyleyemem. Benimki sadece bir çaba.”
Bugüne kadar 50’den fazla albümde müziğiyle, sesiyle yeralan; Açık Radyo’da 13 yıldan beri “Tuna’nın Beri Yanı” programıyla Türkiye’yi kendi ve komşu kültürüyle yüzleştiren Ketencoğlu bugüne kadar bir çok film ve oyuna katkıda bulunur, müziklerini ya da danışmanlıklarını yapar. 1996 yılında “Balkan Yolculuğu Topluluğu”nu ve “Muammer Ketencoğlu ve Zeybek Topluluğu’nu; 2005 yılında da Muammer Ketencoğlu ve Kadın Sesleri Topluluğu’nu kurar. İsminden sanılacağı gibi bu son topluluk bir tür siyasal feminist örgüt değildir:
“Muammer Ketencoğlu ve Kadın Sesleri Topluluğu tamamen müzikal bir organizasyon. Aslında kadınların türkülerinin kadınlar tarafından seslendirilmesi gerektiğini yıllardır düşünüyordum. Zaman zaman TRT’de dinlerken; kına türküleri olsun ya da diğer kadın türküleri olsun bunları kadınların söylemesinden çok büyük haz alırdım. Bunu niye ben yapmayayım diye düşündüm. Ve sonuçta Anadolu’daki ağırlıklı olarak Türkçe ama diğer azınlıkların kadın türkülerini de içeren, Anadolu’daki kadın kültürünü halk müziği, türküler açısından değerlendirip, onları sahneye taşimak amaçlıydı bu proje.”
Berlin’de defalarca gelen Muammer Ketencoğlu yurtdışında 40’a yakın konser vermiş ama yine dönüp dolaşıp doğduğu büyüdüğü İzmir’e vefa borcunu unutmamış. Onu da bir albümle ödemiş: İzmir Hatırası:
“En başta İzmirli’yim. Bu benim bir görevimdi zaten. Ve Batı Anadolu müziğini Türk, Rum ve Ladino boyutuyla araştırıp sunmak şimdiye kadar çoktan yapılması gereken bir şeydi.
Hiçbir şey saf değil. Hiçbir etnik grupta yaşayan insanın kendine ben yüzde yüz şuyum, yüzde yüz buyum demesine imkân yok diye düşünüyorum. Eskiden zaten birarada söylenen bu türküleri şimdi yeniden biraraya getirerk hem o günlerin gerçekten yaşandığını, varolduğunu anlatmağa çalıştım.
1922’den sonra herkesin bildiği bir büyük demografik hareket var, mübadele var. Ve İzmir’deki doku baştan aşağı yeniden ortaya çıktı. Yeni baştan yaratıldı. Yani bugünün İzmirlisi o eski İzmir’i eğer çok meraklısı değilse, bir takım gezginlerin anılarından, eski fotoğraflardan, şundan bundan öğrenebilir. Ve müzikle de desteklenmediği için onlar daha silik kalır ve unutulabilir diye düşündüm ve bunu 20. yüzyılın başından 1922 yılına kadar olan türküleri biraraya getirerek yapmağa çalıştım.”
İzmir Hatırası albümü 1900’lü yıllardan 1922’de mübadeleye kadar olan Türk, Rum ve Yahudi ezgilerinden oluşuyor. Albümde yeralan bir çok ezgiyi bugünün İzmirliler’i dahi bilmezken böylesi bir çalışma önemli bir boşluğu dolduruyor.
Dünü bugüne taşırken olabilecek en mütevazi sesiyle katkıda bulunan Muammer Ketencoğlu’nun 20 yıldan fazladır süren çabalarının tümünü sıralamak aslında mümkün değil tabii. Ama gelecekte ne zaman elimizde iğne, halk müziği kültürümüze dair bir kuyuyu kazmaya kalkarsak O’nun bizden önceki izlerine rastlayacağımızı söylemek abartı olmaz. Bugün müzik dünyamızda, türkülerimizde yeni bir tarih belleği oluşuyorsa, anamızdan dinlediğimiz ninnilerin, dedemizden bildiğimiz türkülerin hatırı bir nebze olsun kalmışsa, kalabilmişse bunda Muammer Ketencoğlu’nun parmaklarının katkısı mutlaka vardır. Çünkü biz O’nu dinleyeli beri, O’nun sözüyle: “Artık gördüklerimize değil, duyduklarımıza inanıyoruz”.
Ufuk Danışman, 21 Ekim 2008