‘Gezgin’ Muammer Ketencoğlu’nun temel müzik meramının peşinde, yalpalamadan ilerleyen epey zengin bir albüm.
Kesintisiz sansür manyaklığının son hedeflerinden olan Google’ın kulakları çınlasın, en sevdiğim butona basmış gibiyim, ‘Kendimi şanslı hissediyorum’. Hakikaten şanslı hissediyorum çünkü Kalan Müzik, Muammer Ketencoğlu’nun yeni albümü ‘Gezgin’i hafta başında yayınlayınca işbu yazı onun çok önemsediği bir yıldönümüne denk geldi. Şöyle ki Ketencoğlu, ‘debut’ albümü ‘Sevdalı Kıyılar’ın rüzgarında halkla buluştuğu ilk konserini bundan tam 17 yıl önce, 13 Haziran 1993’te Cunda’da vermişti. Kucağındaki 13 kiloluk akordeonuyla ve ‘Gırtlağa kuvvet’ diyerek…
Ahali deseniz, bu konserle birlikte Balkan müziğine dalga dalga artan ivmeyle cezbolmuştu. Aynı dönemde Ketencoğlu cephesinde artmakta olan ise arşivcilik merakıydı. Ne de olsa 90’ların başında İstanbul’a yoğun plak akışının başlaması, Ketencoğlu’nun beslendiği kaynakların gitgide genişlemesi anlamına geliyordu. Hatta böylelikle 1995’te ‘Ermenistan’, ‘Azerbaycan’, ‘Gürcistan’ ve ‘Orta Asya’ başlıklı dört kasetten oluşan ‘Halklardan Ezgiler’ adlı derlemeden hemen sonra klezmer müziğinin eski kayıtlarından müteşekkil ‘Klezmer Müziğinin Öncüleri’ni yayınladı. 99’da Aktüel dergisi için hazırladığı ‘Kosova için Barış’ isimli tematik derlemede Kosova, Makedonya ve Bosna’dan halk müziği örneklerinden faydalanırken ise kulağındaki bir tutam Kazancidis, bir tutam Dalaras sesinden kendisini yine de mahrum etmedi.
2001’de yayınladığı ‘Karanfilin Moruna-Anadolu Zeybekleri’nin arkasından Sumru Ağıryürüyen, Brenna MacCrimmon ve Cevdet Erek’le verdiği konserlerin bir nevi yansıması olarak görebileceğimiz kaydı ‘Ayde Mori’de ağırlıklı olarak Balkan köy müzikleri geleneği üstüne yorum getiren Ketencoğlu, 2006’da vefat eden klarinet ve saksofon ustası Aytunç Nevzat Matracı’nın anısına çeşitli konser kayıtlarından seçerek hazırladığı 2007 tarihli ‘Balkan Yolculuğu’ albümünde Rumeli türküleri ve oyun havalarıyla birlikte Balkan kent müziklerine de yer verdi. Bundan bir yıl sonra gelen ‘İzmir Hatırası’nı ise memleketi Tire’nin yakınlarda durup ‘1922 öncesinin çokkültürlü İzmir’ini anımsatma ve yaşatma’ amacı üstünden tonlandırdı. Bu bağlamda ‘Gavur İzmir’ ifadesine verilen basmakalıp tepkilere inat, büyük yangından sonra bile İzmir’in koruyabildiği kozmopolit yapının altını çizen Ketencoğlu ne yazık ki en baştan biliyordu; yangında ilk kurtarılanların Ermeni halk şarkıları olmadığını…
Onaltı CD yayınladı
Yeni albüme geldiğimizde ise apayrı bir durumla karşılaşıyoruz. Çünkü ‘Gezgin’ bugüne dek altı solo, 10 adet antoloji yayınlayan Muammer Ketencoğlu’nun kendi bestelerinden oluşan ilk albüm. İçinde türlü müzik geleneğini sadakatle yoğurmuş olmakla birlikte kiminin melodik ironisi fazlaca modern 17 parça var. Ki sanatçının geleneksel müziklere olan tutkusundan sıyrılarak fakat bunlardan kaçınmayarak, üslubuna orijinal parçalarıyla nefes aldırmasının zamanı çoktandır gelmişti ve geçiyordu bile. Demini almışlıktan ötürü olsa gerek; parça sayısı, orkestrasyon ve dayandığı kültürler açısından çok kalabalık olmasına karşın ‘Gezgin’, bütünlüklü bir albüm ve Muammer Ketencoğlu’nun temel müzikal meramın peşinde yalpalamadan ilerliyor. Nirengisinin akordeon olması hasebiyle ritmi ve melodiyi aynı anda verebilmesi ise sanatçının önceki müziklerindeki gibi yine avantaj sağlıyor. Bu noktada düzenleme ve kayıtlarda büyük emeği geçen Cengiz Onural’ı da saygıyla selamlayalım. Ayrıca ‘Gezgin’in Deniz Ketencoğlu, Murat Aydemir, Cenk Erdoğan, Engin Gürkey, Bora Ebeoğlu, Yurdal Tokcan, Orhan Osman, Hüsnü Şenlendirici gibi birbirinden mühim yerli müzisyenin yanı sıra Rus ve Brezilyalı konuklarını anmadan geçmeyelim.
Muammer Ketencoğlu’nun çocukluğundan beri büyülenerek dinlediğini söylediği Rus halk şarkılarından esinlenerek yazdığı ‘Baboçka Valsi’yle beyaz bulutlu açılışını yapan ‘Gezgin’, çağdaş bir çingene müziği olan ‘Köstence Özlemi’ ve arkasından gelen ‘Kederli Akordeon’ ile özlem ve keder gibi Anadoluluğa sanki daha yakın duran duyguları, Batı müziğinin talep ettiği tamperamanla yaygınlaştırıyor. Bulgaristan’ın Şop ve Trakya bölgelerindeki bir dans formuna dayanan ‘Turska Kopanitsa’yla ve yukarıda sözünü ettiğim ilk konseri temsil eden ‘ağır kasap havası’ formundaki ‘Cunda’da Akşamüstü’yle ise iyiden iyiye hızlanıyor.
Vals ve Çiftetelli
İzmir, İstanbul ve Sao Paulo anılarını yüklenmiş üç parçanın ardından, her biri hem doğulu hem batılı vals, taksim ve çiftetelliyi dinleyip ‘Kırlangıçlar’a vardığımda yapmak istediğim ilk şey, albümü baştan sona tekrar dinlemek oldu. Nedeni basit, teşbihte de zaten hata olmaz; ‘Gezgin’, dinleyenini sokakta beslediğiniz kedinin yağmurda ıslanmadığını bilmenin huzuruna davet ediyor. Tuna’nın hem beri hem de geri yanlarından…
Yazı boyunca Ketencoğlu deyip durmama bakmayın. Kendisi ne mutlu ki ‘şu kadarlık’ zamanlarımdan beri benim ‘Muammer Abim’dir. Hem yaptığı işe, hem bu işleri yapış şekline, hem de hayattaki müthiş dirençli, onurlu ve muhalif duruşuna duyduğum sevgi ve saygıdan dolayı elbette. Gel zaman git zaman, ‘müzik camiası’ içinde ‘Abi’ diye seslenebileceğim başka bir insan evladı da zaten çıkmadı karşıma. Hanımlar ve beyler tabii her zaman vardı, varlar ve olacaklar ancak, ‘Muammer Abim’in müziği paylaşmanın yanında insanlığı ve insanları sezmeye yönelik mesaisi hiç bitmediği sürece kalbimdeki yeri hep bambaşka olacak…Çünkü onunki görmenin değil sezginin muktedir olduğu benzersiz bir iklim ve böylesine aslında her şeyden çok ihtiyacımız var.