İZLENİMLERİM 9
GEZGİN
Son model burunlu bir otomobilde sanki denizdeyim. İyileştirici iyot kokusu; buram buram. Akıntı yavaşlığında gidiyorum. Sanki sandal, sanki kelebek, sanki vals. İçi ve dışı tertemiz. Dışı pırıl pırıl gök mavi. İçi aynı mavi ve beyaz karışımı. Direksiyondayım. Dışarıda soğuk sonbahar. Yağmurdan sonraki pırıl pırıl, net füme görüntü. Parıltılı, sarı sarı harikalar olmuş yol kenarı çizgileri. Doğduğumdan bu yana düşlediğim otomobillerin en iyi yanları bu otomobilde birleşmiş. İçeride dokunabildiğim her yer kaplı. Deri döşemelerin kokusu, özel dokunmuş paspasların yeni kokusuna karışıp sıcak havayla birlikte etrafımızda dolaşıyor. Benim kokum ona gidiyor mu bilmiyorum ama onunki bana geliyor; sanki biraz sonra yağacak pür pak karın altına saklanacak ilkbahar gibi… bakmaya kıyamıyorum; doyamıyorum…
Sekiz gibi kıvrılan, kâh yukarı kâh aşağı dipdiri daracık asfalt, kenarlardaki yeşil duvar çamların arasındaki ümit. Çamlar her çeşitten, yeteri kadar deneyimli ve vazifeşinas. Öyle bir hava salıyorlar ki etrafa, yaşama döndüren limon gibi taptaze kokulu. Hele görüntüleri en varsıl oksijenin ta kendisi. Etrafta Balkanlar, Ege, Akdeniz harman olmuş afrodizyak… Birinci Dünya Savaşını çıkartan topraklarda katmerli acılar notalara vuruyor. Notalar da bize… Köstence’ den Selânik’ e… Cunda’ dan kekikli Kaş’ a gidiyoruz… Sevinçler hüzünle, kanayanlar dinenle çarşafa dolanmışlar… Mazoşist gibiler ama yaşamın gücünü bastıramamışlar…
Bu ne zenginlik böyle! Manzara; söz, nota, akordeon, kanun, ağlayan keman, buzuki, lavta, tanbur, ud, gitar, balalayka; sayısız enstrüman, sayısız virtuoz… konuşup anlatıyorlar… Ekşi, tuzlu, acı tatlı; dolan göğüs, kabaran hisler… Sarılma vakti… Kızıl, kahve, sarı, siyahla renklenmiş, odur kokusuna doyamadığım sevgilimle buluşuyor kristal bakışlarımız. Tam ortalarımızda… Kim önce atılacak ötekine? Biliyoruz ki böyle şeyler hesaplanmaz; kendiliğinden olur ama ikimizi de tutan sandal misali otomobilin denizdeki kelebek valsı. Radyodan gelen müzikle öyle bir uyum içindeler ki bozulmasına çoktan bir olmuş gönlümüz dayanamaz…
O hâlde devam!
Savaş barış; düşmanlık dostluk; ayrı mahalle komşuluk… Enfes bir karışım çıkmış ortaya. Çılgınca kavgadan sağ çıkabilmiş duygularımız kamçılanıyor, bu doğa saflığında biraz daha, daha fazla yalnız kalmak istiyoruz anlayabilen esmer buğday tenli sevgilimle… dokuz dokuzluk coşalım biraz… Vals dönerken yine, varınca dağlardan sonra denize, uykuya dalarız sonra…
Gözlerimiz açık uyumamız gerekli çünkü sevgilinin en güzel hâli kareyi esir almalı…
***
Bir de unutmadan, melodi ne derse desin coşup ortada dansını yapan sözler notayla kucaklaştı bazen:
Yediğin iki lokma iki lokma / Gelir haine inşaat harcı
Sevgiliden güzeli mi güzeli mi var
Bir lokma sevgiliyle / Olur devlerin aşı
Öyle canım ki sevgili / Zalim korkutur devlerin aşkı
Çal bre effem vur sazına sazına da vur
Kabul etmeyiz aşağı / Ne sevgilim ne de ben
Ölümsüz Zeybek olmamayı
Haydayı effem haydayı da haydayı…
İşte bunları hissettim Sevgili Hayat!
Amacım, Değerli Dostum Muammer Ketencoğlu’ nun Ankara’ daki Kasım 2010 konserini ve Akdeniz Orkestra’ nın muhteşem birlikteliğini, seyircinin genç coşkusunu anlatmaktı ama ara verildiğinde tanıtım masasından iyi ki de aldığım CD’ yi dinlediğimde içimden geçenler yukarıda işte; ne anlatılacağına onlar, o gönül uçurtan ezgiler karar verdi!
Gezgin’ in en önemli yanı, tamamının Muammer Bey’ in bestelerini içermesi…
Tabii bir şey daha var; Muammer Bey ile konserden sonra yaptığımız sohbette bana söylediği ve yürekten katıldığım, ” Beni en iyi siz anlarsınız; edebiyat ve müzik, bütün bunlar duyguların meselesi ” deyişi…
Haklısınız saygıdeğer dostum hem de çok; her ikisi de üstelik Duyguların Efendisi…
Duyguları yükselten ve hem bizden hem hepimizden olmuş Gezgin. Gülümsüyor.
” Unutma ama unut; umut et ve yaşa ” diyor bize aklımızın hizasından…