-Röportajımıza Sandığımdan Rumeli Türküleri’yle, yani son albümünüzle başlayalım.Bu albümde yer alan türkülerden ilk kez gün ışığına çıkan var mı, bu türküler sandığınızda ne kadar süre bekledi?
Kuşkusuz.Albümde yer alan 23 türkünün birkaç tanesi hariç tümü ülkemizde bilinmeyen türküler. Sandığımdan Rumeli Türküleri’ni 20 yıl önce kurduğumuz Balkan Yolculuğu Topluluğu’yla kaydettik. Albüm Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Romanya, Kuzey Yunanistan, Silivri ve Gagavuz topraklarından Türkçe türkülerden oluşuyor. Benim önceki çalışmalarımda da öne çıkan bir durumdur bu. Çok bilinenden uzak dururum. Arşivlerde günyüzüne çıkmayı bekleyen sürüyle güzel türkü varken yapılmışları bir kez daha yapmanın anlamı yok kanımca. Yine albümde yer alan türkülerin çok büyük bir kısmını yakın zamanda buldum. Ama örneğin ‘Haticem’ türküsü 2000’lerin başında elime geçen bir plak kaydıdır. O gün bugündür konserlerde seslendirirdim. Önemle belirtmeliyim ki, sandığımdaki türkülerin daha pek azını dinleyiciyle buluşturabildim. Anlayacağınız Sandığımdan Rumeli Türküleri numara 10’a kadar uzayabilir. Keşke hayatımız ve olanaklar buna izin verse…
-Türkülere nasıl ulaşıyorsunuz, nasıl bir rota izliyorsunuz? Yeni bir türküye ulaşmak nasıl bir heyecan yaratıyor?
Röportajlarımda kendim için avcı ve toplayıcı terminolojisini kullanırım. Asıl uzmanlık alanım olan Batı Anadolu Folklörü ve Balkan Müziği alanlarında hatırı sayılır bir arşivim var. Yaklaşık 30 senedir habire topluyorum. Dikkatimi çeken her yeni türkü aynen gençliğimdeki gibi beni heyecanlandırıyor. Türkülere ulaşma yollarım çok çeşitli. Plaklar, doğrudan yerel sanatçılar, radyo kayıtları ve eski nota kitapları… Nadiren de belleğimin derinliklerinden gelen anımsamalar…
-Balkan müziği ve akordeon denildiğinde ilk akla gelen isimsiniz. Balkan müziği ve enstürmanınızla nasıl tanıştınız, ilginiz nasıl genişleyip büyüdü?
İlk akordeonumu kendisi de önemli bir trompet virtüözü olan dayım hediye etti. Kendisi Tire-İzmir ve Aydın’da çok iyi tanınan bir müzisyendi. El yordamıyla çalmaya çalışıyordum. Ardından öğrenim gördüğüm körler okullarında çok değerli müzik öğretmenlerim oldu. Bu dönemde bateri ve piyano çaldım. Asıl üniversite yıllarımda (Boğaziçi Üniversitesi) dünyanın her yanından halk müziğine merak sarıp akordeonun çok geniş olanaklarını keşfettiğimde onu yeniden kucağıma aldım. Balkan müziği merakım ise çocukken dinlediğim Yunan ve Balkan radyolarına dek gider. Yine üniversite yıllarından başlayarak türlü tesadüfler beni adım adım Yunan ve Balkan müziğinin o büyük okyanusuna sürükledi.
-Balkanlar her iki kesim için, yani Müslümanlar ve Hıristiyanlar için göçlerle, ayrılıklarla yüklü bir harita. Yine de Balkan müziğinin bende yarattığı düşünce, acının neşeyle alaşağı edilmesi. Yanılıyor muyum?
Söylediğiniz oldukça yaygın bir düşünce ancak bence bir yere kadar doğru. Dinleyici Balkan müziğini kendisine sunulduğu kadarıyla tanıyor ve müzik medyası da öncelikli olarak kolay tüketilen çalışmaları öne çıkarıyor. Bu da Balkan müziğinin büyük oranda neşeli bir müzik geleneği olduğu yanılsamasını oluşturuyor. Evet, neşeyle kundaklanmış hüzün düşüncesi genel olarak doğrudur ancak kat kat hüzünle dokunmuş çok büyük bir müzik geleneği de söz konudur. Bu azıcık gözden kaçar. Her müzik geleneği gibi Balkan müziği de inanılmaz çeşitlilik ve bambaşka müzikal ifade biçimlerine sahiptir.
-Balkanlar yakın tarihte yine bir yıkım, savaş yaşadı. Bu müziklerine ne kadar yansıdı?
Bosna Savaşı edebiyata, sinemaya nasıl bir şekilde yansıdıysa müzik alanında da çeşitli üretimlere yol açtı. Balkanların yüzlerce yıllık ağıt geleneğine yenileri eklendi. Eski unutulmaz melodilere son savaşa göndermeler yapan yeni sözler yazıldı. Örneğin Osmanlı’dan kalma Nizamiye Marşı, yeni sözlerle ‘Şehidski Rastanak’ oldu.
-Rembetiko filminin gösterilmesi, Mübadele Vakfı’nın kurulması, sizin albümleriniz… Doksanlı yıllara ait bu hareketlilik tarihin üzerindeki bir örtünün kalkmasını sağladı. Mübadillerin çocukları, torunları geçmişlerinin peşine düştü. Sizin müziğinizle, bizlerin dinleyerek aradığımız neydi, ne bulduk?
O yılları ne de güzel özetlemişsiniz. Anımsamak bile insanı heyecanlandırıyor. Bu durumu en iyi açıklayan sözcük ‘denk düşme’ dir. Benim kişisel ve müzikal evrimimdeki arayışlarım,çabalarım ve tutkuyla dinleyiciye sunduklarım tam da olması gerektiği gibi dinleyicinin aradıklarına ve beklediklerine uygun düştü. Ben ve dinleyicim doğru yerde,doğru zamanda ve doğru algıda buluştuk. Ne geçti, ne erkendi.
-Sadece Balkan müziğiyle yetinmiyor, Anadolu’daki ezgileri de dünyaya taşıyorsunuz. Türkülerin fiziki haritaları olmasa da zihindeki haritalarımızı ortadan kaldırdığını söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle… Ben kendimi her zaman bir dünya insanı ve dünya müzisyeni olarak hissettim. Gerek kişisel albümlerim gerek katkı verdiğim projeler, gerekse 1995’ten beri Açık Radyo’da yaptığım programım yoluyla geleneksel müziğin çeşitliliğini, benzerlikleri, farklılıkları ve etkileşimleri göstermeye çalışıyorum. Ruhi Su’nun türküsünde dediği gibi ‘Benim Kabe’m dünyadır’. Coğrafi sınırlar devletlerin sorunudur. Müzik geleneklerini bu sınırlara asla hapsedemeyiz.
-Pek çok grubun oluşumunda varsınız, pek çok sanatçıyla çalıştınız. Bu dünya müziği yapmanızın bir gereği mi, yoksa sizin paylaşımcı yapınızdan mı kaynaklanıyor?
Bence her ikisi de… Her müzisyenin ötekinden öğreneceği bir şey vardır. Ben kimi rock müzik albümlerinde de akordeon çaldım. Çalarken yepyeni duygular hissettim. Ayrıca geleneksel müzik içinde ilgi alanımın çeşitliliği sayesinde de farklı projelere katıldım. Kimi derleme albümlere şarkılar verdim. Bazı geleneksel müzik albümlerinde de editör olarak çalıştım.Alanım halk müziği olduğu için ve bu müzik benim değil halkın müziği olduğu için elimdekini paylaşmamam tuhaf olurdu. Burada benim için tek önemli ölçüt, yapılan çalışmanın niteliğidir.
-Bugüne kadar fırsat bulamadığınız, ama peşine düşmek istediğiniz, bir bölge ve o bölgenin türküleri var mı?
Olmaz mı.. Hatta biter mi? Benim alanımda derinleştikçe merakınız artıyor. Daha iyi bilmek, daha çok dinlemek, aslında hiçbir zaman yapılmamış kayıtları hayal etmek istiyorsunuz. Bir örnek isterseniz 1967’de Romanya’da Tuna Nehri yükseldiği için boşaltılmak zorunda kalan Adakale Türkleri’nin türküleri… Terkedişten önce etnomüzikologlar orada birçok türküyü kayıt altına almışlar. Bir yol bulup o türkülere ulaşmak hayallerimden biri…
-Hem dünyanın hem de Türkiye’nin kavurucu siyasi ortamında türküler zihinlerimizi ve ruhumuzu koruyucu kalkan oluşturabilir mi, barışın aracısı olabilir mi?
Öncelikle bugünlerde özelde müziğin, genelde sanatın biricik koruyucumuz, biricik kalkanımız olduğunu düşünüyorum. Sandığımdan Rumeli Türküleri albümünü kaydederken her gün inanılmaz haberlerle sarsılıyorduk. Bunun üzerine stüdyoya gidip algılarını kapatıp çalmak hiç de kolay olmuyordu. Ama susmak, hiçbirşey yapmamak, geri çekilmek en kötüsüydü. Konu türküler olunca onlar sayesinde içimiz ısındı. Umudumuzu, barış özlemimizi diri tutabildik. Türkülerden insan sıcaklığı, melodilerin sınır tanımayan geçişkenliğini öğrendiğimize göre barışla güzel günlere umutla türküleri yanyana düşünmek gerekir.
-Teknolojiyle birlikte plakları, kasetleri tükettiğimiz gibi, cd’lerin de sonuna geldik görülüyor. Bunun müziğe, bir sanatçının eserlerinin paylaşımına etkisi nedir?
Evet, anlaşılıyor ki bundan sonra plak, kaset ya da cd yerine yanımızda flash bellekleri taşıyacağız. Müzisyenler genellikle bu konuya olumsuz bakıyorlar. Oysa dinleyicinin ilgisini çeken müziklere ulaşması eskiye göre çok daha kolay. Kanımca, kayıt kalitesi düşmediği sürece teknolojik gelişmeler değer bilen dinleyici için son derece faydalı ve kolaylaştırıcı. Belki de bestecilik yanım birincil olmadığı için telif hakları sorunu çok umursadığım bir konu değil. Ancak geçmişe takılmamakla birlikte insanın cdyi, plağı ya da kaseti kendi eliyle seçip dinlemeye hazırlamasının tadı bambaşka. Ben çoğunlukla öyle yapıyorum zaten.