Muammer Ketencoğlu, Ege’nin iki yakasının müziğini icra ederek ve dünyanın hemen her yerindeki halkların geleneksel müziklerini araştırarak ülkemiz müzikal birikimlerine katkı sunmayı sürdürüyor. Ketencoğlu halkların müzikleri ile ilgili yaptığı araştırmaları “Eski insanlar gibi avcılık ve toplayıcılık yapıyorum” sözleriyle özetliyor. Ketencoğlu’yla Rebetiko, geleneksel müzik ile ilgili araştırmaları ve projeleri üzerine söyleştik. Balkanlar, Ege’nin iki yakası, Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Anadolu başta olma üzere geleneksel müzik icra ediyorsunuz. Nedir bu seçimin nedeni? Bunu iki yörüngede ifade edebilirim. Bunlardan birincisi dünyanın her tarafından geleneksel müziklerle ilgili araştırmalar yayınlar, radyo programları dinletiler, gerektiğinde konferanslar biçiminde çalışmalar yapıyorum. Bunun içine Kanada’da yaşayan İnuidlerden -eskimoların Kanada’daki akrabaları-, Moğolistan’dan İrlanda’ya kadar dünyanın her yerinden geleneksel müzikle ilgili çalışmalar yürütüyorum. Tabii bu müzik türlerinin hepsini icra etmem mümkün değil, akeordeonun girmediği yerler var dünyanın birçok bölgesine giren bir enstrüman olmasına karşın. Yörüngemizin ikincisi ve dar olanına geçelim. En iyi bildiğimi, en çok sevdiğimi ve en iyi yapabildiğimi seçmem gerekiyordu zaman içinde. 1990’lara kadar halk türküleri ile ilgili araştırma serüvenimde benim kendi kimliğimi bulma mücadelemdi. Kürkçü dükkânına döndüm tabiri caizse. Başka dükkânlarda da dolaşıyoruz ama benim kürkçü dükkânım Yunan ve Balkan ezgileri genel olarak. Tire’de doğmuşsunuz. Doğduğunuz yerin bunda etkisi var mı? Tabii doğduğum yerin bununla direkt bağlantısı var. Ben insanın yaşadığı coğrafyanın müziğini daha rahat yapabileceğini düşünüyorum. Hakkari’de yaşasaydım o coğrafyanın müziğini yapardım. Kuzey Irak’taki Kürt radyolarını dinleyecektim. Örneğin 37 yaşımda değil de 10 yaşında duyacaktım Garabeta Haco’nun müziğini. Başka ne gibi nedenlere bağlayabiliriz yaptığınız müzik tercihlerinizi? Rebetiko’nun temaları Anadolu temalarına çok yakın. Derinliği, hüznü ve aslında batılı müzikal formlarla karşılaştırdığımızda oldukça karmaşık anlatım biçimleri. En kolay algılayabildiğim özdeşleşebildiğim türdür. Müzik bir özdeşleşme biçimidir zaten. Yaptığım müziğin içine girmek istiyorum. Sözüne notasına takılmadan suyun akması gibi müzik yapmak istiyorum. Yıllar içinde verdiğim mücadelenin de anlamı bu zaten. En kolay akabildiğim Balkan müziği ve Yunan müziği alanı. Bahsettiğiniz gibi konferanslara, panellere katılıyorsunuz. Radyo programları yapıyorsunuz. Hepsinde de geleneksel müziği ana temanız yapıyorsunuz. Bunu yaparken neyi amaçlıyorsunuz? En başta geleneği tanıtmak, sevdirmek ve kazandırmak benim amacım. Müzisyenlerin kullandığı genel bir tabir vardır. ‘Başlangıçta müzik vardı’ diyoruz. Benim yaptığım müzikte de geleneğe duyduğum çok büyük bir saygı vardır. Sadece bununla da sınırlı değil bütün insanlığın geleneğine saygıdır bunun anlamı. Anadolu, Balkan ya da sevdiğim müziklerin geleneğine değil bütün halkların geleneğine beslediğim bir saygıdır bu. İnsanlara da ulaşabildiğim kadar radyoda veya söyleşilerde geleneğin güzelliğini geleneğin derinliğini ve bu kültür mirasına sahip çıkılması gerektiğini anlatıyorum. Seçtiğim alan açısından bunu müzikle anlatmayı tercih ediyorum. Yeryüzünün tüm halklarının geçmişlerine sahip çıkmak gibi amaç güdüyorum. Hiçbir halkı birbirinden ayırmadan ulaşabildiğimiz müzikal tarihlerine sahip çıkmak gerektiğini düşünüyorum. Nasıl bir metod kullanıyorsunuz? Bir espri ile ifade edersem “Avcılık ve toplayıcılık” yapıyorum. İyi bir toplayıcı olmaya çalışıyorum. Hem iyi seçmeye hem de boşluk bırakmamaya gayret ediyorum. Teknolojiyi kullanarak dünyanın her tarafında üretilen halk müziğine ulaşmaya çalışıyorum. Radyo arşivlerine girmek, özel koleksiyonlara ulaşmak dükkânlarda bulunmayan birtakım kurumlarca özel olarak hazırlanmış çalışmalara ulaşmak eski plaklara, Balkanlar’da yapılmış eski plaklara -ki en çok yararlandığım bu eski 45’liklerdir- ulaşmaya çalışıyorum. Zaten marketlerde bu denli kaliteli malzemelere ulaşamıyorsunuz. Her şey o kadar deforme olmuş ki. Türlü türlü kaynaklardan zengin bir koleksiyona ulaştım bugün. İnterneti de olabildiğince kullanıyorum. Mesela Moldova Radyosu’ndan bu şekilde bir dostum oldu. Moldova Radyosu’ndan çok özel kayıtlar yapıp yolluyor bana. Bu tip olanakları da değerlendiriyorum. Rebetiko diğer taraftan eğlence sekörünün de bir malzemesi olarak kullanılıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğlence sektörünün kullandığı gerçek Rebetiko değildir olamaz da. Sanayi haline gelmiş seviyesiz yerlere düşmedi gerçek Rebetiko. O tür yerlerde görülenler çoğu Yunanlı’nın bile artık fazla dinlemediği çok kalitesiz şarkılarla gerçekleştirilen şeyler. Yunanistan’da satmayan şarkıcılar Türkiye’de birdenbire hit oldu. Bu aslında birbirimizi tanımamızdan kaynaklıdır. Müzik tüketicimizin bu bu konuya da ‘sığ’ bakmasıdır. Gerçek Rebetiko Yunanistan’da da Türkiye’de de daha özel yerlerde yapılıyor, özel bir dinleyicisi var. Tabii hemen ekleyelim Rebetiko eğlenceyi de içeren bir türdür. Ellerinizi kavuşturup Rebetiko dinleyemezsiniz. Kasap Havası dinlerken yerinizde oturumazsınız. Ben konserlerimde bunun bir klasik müziği dinletisi olmadığını, kendimizi rahat bırakmamız gerektiğini daha en başından belirtiyorum. Yine bahsi geçen yoz eğlence mekânlarında bir de meşhur ‘tabak kırma’ olayı var. Böyle bir gelen var mıdır? Tabak kırma geleneği 1950’lerden sonra Rebetiko’nun zenginlerin gittiği mekânlarda söylenmesine başlamasıyla oluşmuştur. Şehir müziği dediğimiz Laika’nın çalındığı yerlerde ne yapacağını şaşıran zengin kesimin yaptığı bir iştir tabak kırma. Yunanistan’da bunun yasaklandığını zannediyorum. Bizim zenginlerimiz de ne yapacaklarını şaşırıyorlar demek ki. Bir konserde Ruhi Su Dostlar Korosu’na eşlik ettiniz. Genel olarak farklı müzisyenlerle çalışmalar yapıyor musunuz? Farklı müzisyenlerle farklı işler yapmak her zaman dikkat ettiğim bir konudur. Bu benim ufkumu geliştiriyor. Yeni bir şey üretmiş oluyoruz. Belli sınırların içine hapsolmamış oluyorum. Pek çok açıdan farklı müzik icra eden insanlara her zaman açığımdır. Kumpanya Ketencoğlu diye bir grubunuz var… Evet, çalışmalarımız sürüyor. Beş kişilik bir grubumuz var. İvi Dermancı, Stelyo Berber, Rahmi Göçmen ve İskeçe’den buzuki ustası Hasan Oval’dan oluşan beş kişilik bir grubumuz var. Bir de Balkan müziklerini genel olarak yaptığımız bir grup var. ‘Bir Balkan Yolculuğu’ adını taşıyor bu grup. 1 Mart’ta Bursa’da bu grupla bir konser vereceğiz. Yurtdışında çalışmalarınız sürüyor mu? Yakınlarda bir proje içinde olacak mısınız? “Karanfilin moruna” adlı albüm üzerinden kurduğumuz bir ilişki sonucu 7-8-9 Mart’ta üç konserimiz olacak. Paris’te yapılacak “Orient Express” adlı uluslararası bir projedir bu. Bizim dışımızda Yunanistan’dan, Ermenistan’dan ve Macaristan’dan üç ayrı grup var. 7 ve 8 Mart’ta her grup kendi müziğini yapacak. 9 Mart ise beraber çalıp söyleceğiz. Ortak bir repertuvar belirleyip aynı sahneyi alacağız. Biz tabii Anadolu’dan bir repertuvar hazırlıyoruz. Yeni albüm hazırlığı var mı? Bir sorun olmazsa 2003 yılında Rumeli şarkılarından oluşan bir albüm yapmayı düşünüyorum. Bir kısmını Türkiye’den müzisyen arkadaşlarla bir kısmını da Maleşevski adında Makedon nefesli çalgılar topluluğuyla yapmayı planlıyorum. Pek bilinmeyen Rumeli Türküleri’nden oluşturuyoruz repertuvarı.