İSTANBUL – “1951’de Tire’nin müzik atmosferi çok zenginmiş 50’lerde üç tane bando olduğunu söylerdi dayım. Cumhuriyet Halk Partisi Bandosu, Halk Evi Bandosu ve Belediye Bandosu. Benim akordeonum Halkevi binasının kapatılması sırasında alelacele kaçırılmış bir akordeon. Annem babam tütüncülük yapıyordu. Sazdan çardaklar yapılır yazları, orada yaşanıyor. Ben gündüzleri çardakta kendi elimin bulduğu yolla başladım çalmaya.”
Türkiye’de yıllardır Balkan müzikleri, rembetiko denince akla gelen ilk isim
olan Muammer Ketencoğlu, son albümü
‘Karanfilin Moruna’da Ege zeybeklerine yer vermiş. Sıcak, durgun ve görkemli yaz öğlelerinde, tütün yapraklarına seslenen akordeon, şimdi zeybeklere eşlik ediyor.
Nasıl bir ortamda doğdunuz? Ailenizin de müzikle ilişkisi var mı?
İzmir, Tire’de doğdum. Annemin çok güzel bir sesi var. Ama özellikle dayımdan bahsetmeliyim. Ölünceye dek Tire Belediye Bandosu şefi olarak çalıştı ve askerde öğrendiği trompeti bırakmayıp ilerletti.
Trompet caz enstüramanı olarak bilinir ama dayım trompetle çok güzel makam çalardı. Taksimler yapardı. Kısa zamanda Aydın’ın ve İzmir’in seçkin trompetçilerinden biri oldu. Dayım bana Trakya’da ve Balkanlar’da yaygın olan askılı davulun üzerinde zil ve trampetten oluşan, üç parçalık basit bir bateri takımı getirmişti.
Akordeon direk vücutla temas eden ender enstrumanlardan biri. Adeta sarılarak çalıyorsunuz…
Doğru, akordeon yakın temasla çalınan bir enstrüman. Aynı zamanda nefes alan bir çalgı. Körük sistemiyle çalıyor çünkü. Ne kadar hava verirseniz o kadar karşılık verir. Hüznünüzü de neşenizi de çok net bir şekilde hiç bir tereddüde yer bırakmaksızın akordeonla ifade edersiniz. Aletinize hâkim olduğunuz oranda tabii.
Balkan ve Yunan müziğiyle ilgilenmeniz nasıl oldu?
Körler okulları çok az Türkiye’de. Bu yüzden ortaokulu Gaziantep’de okudum. İlk girdiğim derste konuşmasıyla, sesini kullanma becerisiyle insanı baştan aşağı işgal eden, etkisi altına alan bir insanla tanıştım. Naim Cavuş’tu bu öğretmenimin adı. 1944’de Yunanistan’da doğmuş. O benim için gençlik döneminde karizmatik özelliği olan örnek aldığım bir insandı. Piyano çalardı aynı zamanda. İlk kez ondan duydum ben Dalaras’ın, Thedorakis’in ismini. Liseden sonra üniversite eğitimi almak için
İstanbul’a Boğaziçi Üniversitesi’ne geldim. Psikoloji bölümünde okudum. Üniversitenin kütüphanesinin plak arşivinden dünyanın çeşitli ülkelerinin müziklerini dinledim.
Tireli yaşlılarla sohbet
‘Karanfilin Moruna’nın öncesinde bir araştırma döneminiz oldu mu?
97’de çocukluğumdan beri annemin bana söylediği eski zeybekleri annemin sesinden banda aldım. Arkasından Tire’nin yaşlılarıyla toplandık, hem zeybeklerle ilgili anılarını hem de Tire ve çevresinde söylenen meşhur zeybek havalarını dinledik. Kaydettik. Radyodaki sanatçı arkadaşlarımın yardımıyla TRT repertuvarına girdim. Aslında akordeon zeybek geleneğinde olmayan bir çalgı. Benim ruhuma ve akordeona uygun şarkıları bulduk.
Biraz da zeybek kültüründen bahseder misiniz?
Zeybekliğin temelinde haksızlığa uğrama mantığı var. Ya bir kan davasıdır, ya jandarmayla bir problem olmuştur, kız kaçırma meselesidir. Bir şekilde dağa çıkmıştır. Ama dağa çıkmayı yüzde yüz sosyal nedenlere dayandırmak doğru değil, bu bireysel nedenleri göz ardı etmek olur.
Zeybek oyunu da ilginç. Belli kuralları yok bildiğimiz kadarıyla. Doğaçlama bir oyun…
Zeybek tek kişilik bir oyun. Grup olarak oynanan bir oyun değil. Ege’de bağlama ya da davul-zurna eşliğinde herkes tek tek oynuyor. Herkes kendi zeybeğini oynar. Gelenekten devraldığını kendi vücudunun verdiği duyguyla birleştiriyorsun. Davulcu ve dansçı arasında çok yakın bir ilişki
var zeybek oyununda. Davulcu mutlaka dansçıyı izlemek zorunda. Ayak davulla beraber iner ya da kalkar yerden.