İzmir Life Dergisi, Temmuz 2008
Deniz Çaba Şan
1.Pek çok coğrafyanın geleneksel müziklerini araştırmış, yorumlamış biri olarak, “Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar uzanan coğrafya benim ilgimi en çok
çeken bölge” demişsiniz. Niye özellikle bu bölge?
Çünkü sanatçı en iyi bildiğini, en yoğun hissettiğini dinleyicisiyle paylaşmalıdır. Ben de 1980’lerden bu yana dünyanın ulaşabildiğim bütün geleneksel müzikleriyle ilgili araştırmalar ve dinlemeler yapıyorum. Gelmiş geçmiş tüm müzik türlerinin tartışılmaz kökeni olan halk müziği yoluyla en yalın haliyle insanı ve onun türlü ifade biçimlerini anlamaya çalıştım. Bugün de yüreğim dünyanın her tarafından saf geleneksel müziğe açık ancak ülkemize yakın coğrafyaların müziğinden daha çok etkilendim. Yakın çevremizin halk müziklerini icra ederken kendimi daha çok katabildim ve daha mutlu oldum.
2. Akordeon geleneksel müzik içinde kullanılmayan bir enstüman. Akordeon ile günceli yakaladığınızı söylüyorsunuz. Bu enstümanın sizdeki anlamı ne?
Akordeon 1830’larda yapılmasına karşın kısa sürede dünyanın pek çok müzik geleneğinde olmazsa olmaz bir çalgı olarak çoktan yerini almıştır. Çin’den Kolombiya’ya kadar dünyanın her yanında yalnız çağdaş müziklerde değil halk müziğinde de akordeonun önemi büyüktür. Bizim ülkemizde de son yüzyılda belli bölgelerde ana çalgı olarak karşımıza çıkar şöyle ki göçlerle bağlantılı olarak Trakya’da, Artvin’de, Kars’ta ve Anadolu’da Çerkes’lerin yerleştirildiği tüm bölgelerde çeşitli adlarda akordeon ve türevleri halk müziği çalgısıdır zaten. Benim yapmaya çalıştığım ise akordeonu, makamsal kurallara uymak koşuluyla hiç kullanılmayan bölgeler dahil olmak üzere tüm Anadolu halk müziği geleneğiyle tanıştırmak. Çocukluğumdan beri akordeon çalıyorum. Halk müziği araştırmalarına başladığımda dünyanın her bölgesinden müzik icrasına olanak vermesi nedeniyle 80’li yıllardan itibaren onu kucağımdan hiç indirmedim. Akordeon nefes alan, adeta canlı bir çalgıdır. Melodi ve armoniyi aynı anda üretebilmesi özelliğiyle de tek başına bir orkestra niteliği taşıyan az sayıda çalgıdan biridir.
3. Halk müziği arşivi yaparken zorlandınız mı? Bunu özellikle ülke kaynakları açısından soruyorum. Öte yandan arşivin kapsamını nasıl açıklarsınız? Hangi coğrafyalara uzanıyor, hangi geleneksel müzikleri içeriyor, ağırlık noktası nedir? Ve arşiv ile ilgili çalışmalarınız sürüyor mu? Şu sıralar özellikle üzerinde durduğunuz bir coğrafya ya da o coğrafyaya özgü müzikler var mı? Örneğin, “Ben bugün Balkan müziği, Batı Anadolu müziğiyle ilgili daha yoğun çalışıyorsam, başka yerlerden duyduğum Moğol türkülerini ya da Kanada’da yaşayan Inuvitler’in şarkılarını duymazlıktan gelemiyorum” demişsiniz.
Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünde okurken başlayan arşiv toplama çalışmamın ilk örnekleri Robert Kolej’den kalma Long Play’lerden edindiğim kaset kayıtlarıdır. Ardından yurtdışına seyahat eden dostlarıma ısmarladığım halk müziği kayıtları, 1989’dan sonra eski Sovyetler Birliği ve Doğu bloku ülkelerinden bavul ticareti ile İstanbul’a getirilen plaklar, ikinci el plak satan sahaflardan edindiğim kayıtlar ve 90’lı yılların ortasından itibaren de dünya genelinde halk müziği yayınlayan seçkin firma, enstitü ve radyoların CD yayınları arşivimi adım adım oluşturdu. 2000’li yıllardan itibaren de Anadolu halk müziği geleneği ile ilgili hem yayınlanmış kayıtlar hem de özel koleksiyonculardan ve küçük yerel firmalardan edindiğim örneklerle ülkemiz halk müziği örnekleri de izliyorum. Başlangıçta tüm dünyadan müzik topladım. Zamanla Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafyanın müzikleri konusunda uzmanlaştım. Bu arşivi oluştururken beni en çok işin ekonomik boyutu zorlamıştır. Hiçbir zaman herhangi bir kurum ya da kişiden destek almadım. Bugünlerde ne mi dinliyorum; daha çok Kırım Tatar müziği dinliyorum.
4. Bu kapsamda bir arşiv çalışmasının dünyada örneği var mı?
Mutlaka var. Pek çok ülkede etnomüzikolojiyle ilgili çok sayıda kurum ve kütüphane var. Bunlar genellikle devlet destekli kurumlar. Ayrıca benim gibi pek çok tutkulu insan koleksiyonculuk yapıyor. Benim arşivime benzer bir kütüphanenin ülkemizde olmadığını biliyorum.
5. Geleneksel müziğin tüm müziklerin atası olduğunu,müziğin en saf hali olduğunu söylemişsiniz. Bunu biraz daha açar mısınız? Böyle değerli bir hazine nasıl
kaybolmaya yüz tuttu? Müzisyenler bu konudaki rölünü iyi üstlenemedi mi?
Biz, halk müziği ile uğraşanlar, “başlangıçta müzik vardı” diyoruz. Daha insanlar modern hayatla tanışmadan dünyanın geniş coğrafyasında akıllara durgunluk verecek zenginlikte büyük bir halk müziği birikimi ortaya koymuşlardı. Bu örnekler çoğunlukla ağızdan ağıza aktarıldı. Modern toplumların gelişmesiyle günlük geçim derdi, göçler ve pek çok başka nedenle halk müziği eski canlılığını yitirdi. 19. yüzyılda başlayan derleme ve notaya alma çalışmaları ve nihayet 20. yüzyıl başında sesin ilk kez kaydedilebilir oluşu elimizden hızla kayıp giden bu geleneği ucundan yakalamamıza fırsat verdi. Yine de kayıt teknolojisi büyük oranda ticari olduğundan ancak 1950’lerden itibaren eski birikimi koruma amaçlı kayıtlar yapılmaya başlandı. Bugün dünyada müzisyenler halk müziğine genel olarak iki yaklaşım sergiliyorlar: Bir kısmı ülkelerinin halk müziği birikimine duydukları saygıyla üzerinde titizlikle çalışılmış örnekler sunmaya gayret ederken bir başka kısım ülkelerinden ya da dünyanın herhangi bir yerinden seçtikleri halk müziği temalarını günümüz müzikal beğenilerine uygun hale getirerek ”dünya müziği” ( world music) adıyla müzik endüstrisinin kullanımına sunuyorlar.
6. Müziğiniz ve çalışmalarınız barışın vücuda gelmiş hali gibi. Bir de önyargıları silen, yanlış bilgileri düzelten bir konsepte sahip. Örneğin Karanfili Moruna’da sadece Ege Bölgesi’nden değil, Antalya ya da Hatay gibi farklı yörelerden zeybek örnekleri de var.
Çok teşekkür ederim. Bir çoğumuz pek çok şeyi olduğu gibi müziği de kaba hatlarıyla kavramaya eğilimliyiz. Örneğin zeybek yalnız Ege’de vardır ya da akordeon bir Kafkas çalgısıdır gibi basit genellemeler yapabiliyoruz. Benim yapmaya çalıştığım, üzerinde çalıştığım geleneksel müziği çok boyutlu bir yaklaşımla irdelemek ve dinleyiciye sunmak. Müzikal ve müzik dışı ögeleri beraber ortaya koyarak sunduğum müziğin arka planını aydınlatıp altını doldurmak ve tabii ki dar görüşlü, önyargılı, ırkçı, aşırı milliyetçi, bilim dışı yaklaşımların yanlışlığını somut örneklerle ortaya koyabilmek istiyorum.
7. “Zeybek aslında Ege’nin iki tarafını birleştiren çok önemli bir kavram. Çünkü Yunanistan ve Türkiye dışında hiçbir ülkede zeybek müziği ve dansı yok” diyorsunuz. Bu birlikteliği araştıran, dile getiren ve müziğe döken ilk kişi sizsiniz galiba. Niye bu ortak mirası dünya müzik piyasasına onca zaman sunamadık?
Bu konuda eminim benden önce birçok insan düşünmüş, yazmıştır. Ama 1990’lara kadar iki ülke arasındaki politik nedenlerden kaynaklanan mesafe böyle bir iletişime pek izin vermemiş. İki ülkenin ortak müzik geleneğini sahneye taşıyan başka gruplar var kuşkusuz. Zeybek Topluluğumla 2002’den bu yana Türkçe ve Yunanca ortak şarkıların arka arkaya seslendirilmesi gibi kolaycı ve klasik yaklaşımı reddederek makamların ve ritimlerin kardeşliğini vurgulayan bir tavırla müzik yapıyoruz. İki ülkede de benim gibi düşünen yeni müzisyen kuşağının yetiştiğini sevinerek görüyorum.
8. Örneğin Klezmer müziğinin Türk ve Yunan müziğiyle olan ilişkisini ortaya koydunuz. Bir şekilde tüm coğrafyaların müzikleri ortak özellikler taşıyor. Yunan müziği; Laika ve Rebetika ya da Balkan ve Batı Anadolu müziği… Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Tarih boyunca içiçe ya da yanyana yaşayan halklar bir taraftan savaşsalar da diğer taraftan kültürün pek çok alanında ve tabii müzikte birbirleriyle yoğun alışverişlerde bulunmuşlar. Ortak makamlar, ritimler, temalar, sözcükler, deyimler, güçlü melodilerin kime ya da nereye ait olduklarını anlayamayacağımız şekilde kısa zamanda komşu bölgere yayılıp şekilden şekle bürünmesi, göçlerle taşınan türküler… Tüm bunlar saf bir kültür olmadığına dair düşüncemi destekliyor. Kapalı tarım toplumlarını biraz bunun dışında tutarsak etkileşim her zaman hayatın merkezinde yer almış. Aslolan etkileşimdir.
Benim de müzisyen olarak üstlendiğim sorumluluk farklılıkları unutmadan hayatın çokkültürlü ve ortak yanlarını müzikal düzeyde göstermeye çalışmak.
9. “Halkların değil, coğrafyaların müzikleri vardır” demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Az önceki yanıtımda değindiğim gibi saf bir kültürün egemenliği uzun süreli olamıyor. Belli bir coğrafyada yaşayan farklı diller konuşan, farklı inançlara sahip halklar zaman içinde ortak bir renk yakalıyorlar. Örneğin dört ayrı bölgeyi ele alalım: Kuzey Avrupa, Balkanlar, Doğu Anadolu ve Kuzey Kafkasya. Duyduğumuzda kolaylıkla ayırt edebileceğimiz belirgin müzikal kimliklere sahip bu dünyanın dört ayrı bölgesinde, farklı diller konuşan çeşitli halklar içiçe, yanyana yaşamıştır, yaşamaktadır. Ancak müziğin birleştirici anlatım diliyle kendi içlerinde adeta bir müzikal konfederasyon oluşturmuşlardır ki biz bugün bir Kuzey Avrupa geleneğinden, Balkan geleneğinden, Doğu Anadolu geleneğinden ve Kuzey Kafkasya geleneğinden söz edebiliyoruz. Kuşkusuz her bölge kendine özgü faklılıkları barındırır. Bunu ancak ayrıntıya girdikçe anlayabilirsiniz. Çeşitli coğrafyalara gerçekleşen göçler gidilen coğrafyanın halk müziğine katkıda bulunur, ona renk ve şekil verir. Artık müziğin kökünün kime ait olduğunun değil beraberce “kimlere ve nereye” ait olduğunun önemi vardır.
10. “İzmir Hatırası” 1922 öncesi İzmir’ine ışık tutuyor. Biz hep İzmir’i tanıtamadığımıza, kendimizin bile iyi tanımadığına dem vururuz. İzmir’in var olan arşivi bile son yılların ürünü. Bu belgesel çalışma kent tanıtımda bir araç olarak kullanılabilir mi?
Niye kullanılmasın? İzmir Hatırası, eski İzmir’in çok kültürlü müzik hayatına açılmış ilk pencere niteliğinde. Gecikmiş bir çalışma olsa da bir başlangıç olarak umarım gerekli çevrelerce hakettiği önemi görür. Expo 2015 Genel Sekreterliği albümü kısa zamanda keşfederek dünyanın çeşitli ülkelerinden karar verici dört yüz delegeye dağıttı ve çok güzel övgüler aldıklarını bana ilettiler.
11. “Rumlar için İzmir’in önemi, ona atfettikleri değer, sözcüklerle anlatılmaz. Albümün Yunanistan’da daha fazla dinleyene ulaşması için gayret gösteriyorum” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Şimdiden Yunanlı müzik severler albümü büyük bir coşkuyla kucakladılar. Atina’da bazı özel müzik marketlerde İzmir Hatırası’nı bulmak mümkün. Ayrıca ünlü aylık müzik dergisi Difono’nun Mayıs sayısında müzisyen- yazar Alexis Vakis’in benimle ve İzmir Hatırası ile ilgili yaptığı ayrıntılı söyleşi yayınlandı. İngiltere’de ve Amerika’da ünlü müzik dergilerinde İzmir Hatırası hakkında yazılar yayınlandı. Hem yurt içinden hem de yurt dışından albüme canlı bir ilgi var.
12. Bu albüm için 40 müzisyen biraraya geldi. Bu isimleri nasıl belirlediniz?
Onlar neler hissettiler? Örneğin bir Yunanlı şarkıcı albüm kaydı için Midilli’den gelmiş. Yunanlı müzisyenler bu ortak kültürün müzikle aktarılmasına nasıl bakıyor?
Albüme katılan müzisyenlerin tümü benim değerli arkadaşlarım. Profesyonel müzisyenlerin tümü alanında kendini kanıtlamış, önemli isimler. İstisnasız hepsiyle çalışırken karşılıklı keyif aldığımızı söylemeliyim. Örneğin bir Cumartesi öğle vakti 16 koristten oluşan Kadın Sesleri topluluğumla kaydettiğimiz Mendilim Ucuna Sakız Bağladım Sakız adlı türkünün kaydı sırasında yaşadığımız rahatlığı ve mutluluğu sözcüklerle anlatmak zor. Midillili şarkıcı Panagiota Mihaleli’nin albüme katkısı çok önemli. Birçok Yunanlı müzisyen onun söylediği Milo Mu Ke Mandarini şarkısını İzmir Hatırası sayesinde öğrendi. Yahudi türkülerini seslendirirken değerli Janet ve Jak Esim’le çok öğretici bir çalışma, işbirliği sergiledik. Birbirimizden çok şey öğrendik.
13. Albümde bir kadın ağzı İzmir türküsü olan Mendilim Ucuna Sakız Bağladım Sakız türküsünü Kadın Sesleri topluluğu seslendirmiş. Bu topluluğun üyelerinden
biraz bahseder misiniz? Kimlerden kurulu? Bir de Anadolu’da kadınlardan türkü derlemenin halk müziğinde karşılaşılan en önemli zorluklardan biri olduğundan bahsetmişsiniz. Böyle bir derleme ilk kez mi yapılıyor?
Bu topluluğu 2005’te kurdum. Koristler arasında öğrenciler, öğretmenler, mühendisler, hukukçular, mimarlar var. Kadın folklorünü temsil eden örneklerin yine kadınlarca seslendirilmesi topluluğun temel amacı. Hem bugüne dek derlenmiş hem de çeşitli vesilelerle derlediğimiz ya da ulaştığımız yeni kadın ağzı türküleri repertuvarımıza alıyoruz. Geleneğe saygılı ama çağdaş bir düzenlemeyle seslendiriyoruz Anadolu’nun her yanından kadın ağzı türkülerimizi. Yaşayan, çoşkulu ve lirik bir müzikalitemiz var. Umarım önümüzdeki kış Kadın Sesleri topluluğumu İzmir seyircisiyle de buluşturabiliriz.
14. Albümde İzmirli büyük Rembetiko bestecisi Evangelos Papazoğlu ve yine İzmirli Ermeni kökenli udi, şarkıcı, besteci Markos Melkon Alemşeryan’ı anımsatıyorsunuz. Bu şekilde ön palana çıkarmak istediğiniz başka isimler var mı?
Rebetiko müziğini iki köklü bir şehir müziği geleneği olarak saptarsak köklerinden biri Pire ise diğeri de İzmir’dir. İlk dönem Rebetiko örneklerine “Smirneiko” yani İzmir Tarzı rebetiko denir. Bu yüzden İzmir’den yetişmiş pek çok önemli besteci ve şarkıcı sayabilirim. Bunlardan bazıları Panagiotis Toundas, Grigoris Asikis, Kostas Karipis, Kemani Dimitris Semsis, Kostas Rukunas, Udi Tomboulis’tir. 1950’lerden sonra Yunanistan’da yıldızı parlamış sanatçı Marika Ninou’nun annesi İzmirli’dir. Hatta günümüzün ünlü Yunanlı şarkıcıları Glykeria ve Haris Aleksiou’nun da kökleri İzmir’e dayanır.
15. İzmir ile ilgili anılarınızdan bahsederken, “Kemeraltı’nda bir sokak satıcısının kemanından büyülenmiştim” demişsiniz. İzmir’i sesleriyle tarif etmişsiniz. Kente dair nasıl imgeler var zihninizde? Müziği ve müzisyenleri nasıl beslemiş?
Çocukluğum ve ilkokul yıllarım İzmir’le ilgili imajımın kaynakları. Görmeyen bir çocuğun algısıyla imgelerimi sesler, kokular, yoğun insan kalabalıkları oluşturuyor. Özellikle Kemeraltı ve Fuar gezileri beni çok heyecanlandırırdı. Ve tabii ki Karşıyaka Vapuru… Onun düdüğü, denizde sallanması, rüzgarı yüzümde hissetmek…
İlkokul yıllarım çok mutlu geçti. İlk mezunlarından olduğum Bornova Körler Okulu’nda çok özenli bir eğitim aldım. Öğretmenlerim Münevver Akdeniz, Bayram Şimşek ve Kazım Bozkurt’un emekleri büyüktür. Müzik sevgisinin temelleri önce Trompet ustası Dayım Ali Rıza Su’nun ardından Bornova Körler Okulu’ndaki öğretmenlerimin özendirmesiyle atıldı. İlk defa sahneye Efes Otel’inde çıktığımda on bir yaşındaydım. İlk paramı on iki yaşındayken Bayram öğretmenimin beni yönlendirdiği bir düğünde bateri çalarak kazandım.
16. Öte yandan “Belleklerdeki Güzellik: Mübadele Türküleri”ni çıkardınız. Daha önce mübadele türküleri üzerine bir albüm çalışması yapılmış mı?
Bu ilk de bana kısmet oldu. Bu çalışmada ben Lozan Mübadilleri Vakfı gönüllülerince köy köy dolaşılıp yaşlılardan kaydedilmiş yüze yakın türküden günlerce dinleme yaparak 38 tanesini belirleyip bu özel seçkiyi hazırladım. Lozan Mübadilleri Vakfının kurucularındanım. Vakfımız 2000 yılında kuruldu. Mübadele ile bağlantılı her konuda kültürel çalışmalarına coşkuyla devam ediyor. Yıllardan beri mübadele ile ülkemizden giden türkülerle, Rebetiko müziğiyle haşır neşir olurken öte yandan aynı yıllarda Yunanistan’dan buraya getirilen türküleri merak eder dururdum. Nihayet bu çalışmada mübadele ile Yunanistan’dan gelip ana dilleri Türkçe olmayan, Türkçe’yi Türkiye’de öğrenen müslüman köylerinden derlenmiş Rumca, Makedonca, Pomakça ve bizzat benim derlediğim Ulahça türküleri biraraya getirdim. Çalışma CD ve kitap olarak yayınladı.
17. Açık Radyo’daki programınız sürüyor sanırım. Radyo, belgesel ya da film müzikleri… Bunlara dair yeni projeler var mı? Şu an İzmir Hatırası konserleri sürüyor sanırım. Ve geleceğe ilişkin projeleriniz…
Açık Radyo’da her Çarşamda saat 13:00- 14:00 arası canlı olarak sunduğum Tuna’nın Beri Yanı adlı programım 13 yıldan beri sürüyor. Ağırlıklı olarak Balkan müziğini irdeliyorum programımda. Haziran ayında İzmir Güzelyalı’da ve Bergama’da sevenlerimizle buluştuk.
Önümüzdeki günlerde Kadın Sesleri topluluğumla kaydettiğimiz iki kadın türküsünün de yer aldığı Elveda Rumeli dizi müzikleri albümü Kalan Müzik’ten yayınlanıyor. Bu arada 2,5 senedir çalışmalarına ara verdiğimiz Balkan Yolculuğu topluluğumla yeniden yola koyulduk. Topluluğumuzun klarinetçisi İzmir Çamdibili büyük müzisyen Aytunç Nevzat Matracı’nın ani vefatı üzerine çalışmalarımızı durdurmuş idik. Artık onun öğrencisi olan Sakip Songelen’le yolumuza devam edeceğiz. Balkanların her yanından çeşitli dillerde halk türküleri ve dansları seslendirmeye devam edeceğiz.
Önümüzdeki aylarda akordeonun öne çıkacağı ağırlıklı olarak bestelerimden oluşacak bir solo albüm yayınlamak istiyorum.