“Taş Plak Gazelleri”, öznel bir biçimde bugünden geleneğe bakış gibi bir amacı içeriyor. Elbette her şairin geleneğe bakış açısı değişir. Bu da farklı bakış açılarına, farklı eğilim taşımalarına bağlıdır. Benim gelenek sorunum ile bir başkasınınki farklıdır.
En geniş anlamıyla gelenek, geçmişte, belli bir süre içinde oluşan değerler, eğilimler toplamıdır. “Taş Plak Gazelleri”ni yazarken, neyi sorguladığımı biliyordum. Geleneğimizin içinde varolan, fakat resmi tarih ve kültürün yok saydığı bir anlayışı sorgulamak istiyordum. Geçmişte bir arada ve kardeşçe yaşadığımız halkların kültürel öğelerini, eğilimlerini bugün de yaşatmak, daha renkli ve daha zengin bir dünyanın şiirine yol açmak amaçlarım arasındaydı. “Taş Plak Gazelleri” bu bağlamda, bugünden geçmişe uzatılan, geçmişte bir arada yaşadığımız azınlıkların yaşama biçimlerine, kültürlerine, müziklerine bir köprü olmayı amaçlıyor. Ama hepsinden öte, Rum müzisyenlerin duyarlıklarına eğiliyor. İnsani duyarlığı bir oyuncu gibi içerden bugüne taşıyor.
Geçmişi yeniden yaşatmak için nostaljik bir amacım yok. Bugünden geçmişe baktıkça, geleneğin nesnelliğini düştüğüm tarihlerle, geçmişle bugünün eşzamanlığını ise yaşadığımız günlere ilişkin göndermelerle kurmaya çalıştım. Elbette özgür ve kurmaca bir dünya bu.
Gazelleri yazarken Anadolu Rumlarının yaşamları ve müzikleriyle iç içe yaşadım. Zaman sorunu yitti. Bugünü yazdım. Umudu ve umutsuzluğu. O boğuk, o sisle kaplı yer altı müziği, o müziğin yaratıcılarının onurlu, başı dik yaşamları, hüzün ve coşkuları Akdenizli şair yüreğimi örseledi. Nesnel bir dille söylersem; paylaştığımız ne çok ortak değer vardı.
“Taş Plak Gazelleri”ni Rebetiko müziğini yaratan Rebetisler üstüne kurdum. Rebetiko’nun özellikle İzmir tarzı şarkılarında Anadolu’lu insanın yaşam biçimi fışkırır. İşte bu çizgiden yola çıkarak, insan ve müzik mozaiğinin zenginliği “Taş Plak Gazelleri”nin esin kaynağı oldu. Bir dolu göndermelerle kurmaca bir dünyayı içerdi. Gazeller, tarihsel göndermeler içeren çağdaş şiirlerdir. Belki yeniyi bulmak için gazel biçimini seçtim. Tam öyle de değil. Çünkü, gazel biçimine bütünüyle bağlı kaldığım da söylenemez. Sorunsala, rafine ve ayıklayıcı bir tutumla yaklaşmam gerekiyordu. Eski biçime körü körüne bağlı kalarak ayıklayıcı bir tutumu sergilemem olanaksızdı. Bu yüzden Rebetislerin yaşamlarındaki trajik olan’ı, bir ayrıntıyı kendi şiir çizgimin dışında yakalamaya çalıştım. Uyaklar, redifler, tartımı (ritmi) zenginleştirmek için kullanıldı. Gazel biçimini ise, söyleyeceğim şeyleri en iyi bu biçimde söyleyebileceğimi sezdiğim için seçtim. Eski bir biçime dönmek gibi bir amacım yoktu. Belki de bir göreneği genişletmekti bu çaba, bir tekniği. Ayrıca köklü bir kaynağa dönmenin, onu özgürce genişletmenin ne sakıncası var ki? Bir şair neden köksüzlüğü seçsin ki?
Ben biraz da şiirin ezgisel değerini önemsediğim için gazel biçimini seçtim. Sözcükleri örgütlerken ölçüye başvurmadım ama, müzik değerlerini önemsedim. Gazellerin söylemi dikkatinizi çekmiştir. Onlarda içerden bir söylem vardır. Bir oyuncu gibiydim. Böylece gazellerin içtenliği pekiştirildi. Konuşma dilindeki imgesel doku, imgesel söylemin dayanağıydı. Geçmişimizden kopup gelen içeriklerle, daha doğrusu Rebetislerin acılı, hüzünlü, coşkulu yaşamlarıyla kuşatıldım. Aynı rediflerle yüzyıllar boyu yazabilmiş Divan şairlerinin tekniğiyle de… Bireysel yaşamın olmadığı Divan şiiri, ölü bir şiirdi. Eskiye eskiye sesi kalmıştı bugüne. Belki, Türkçe’ye yansıyan sesinden yararlandım. Ama şiir salt müzik değildir. Plastik değerleri de içerir.
“Taş Plak Gazelleri”ni izleksel bir bütünlük içinde kurup yazarken, dergilerde yayımlanan tek tek şiirler için, daha doğrusu şiirlerde geçen özel adlar için açıklamalarda bulunmak gereğini duydum. Şiirleri açıklamak gibi bir kaygım yoktu. Yine de yok. Ancak, gazellerin izleksel omurgasını oluşturan Anadolu kökenli Rum müzisyenler, Rebetisler üzerinde kısaca durmanın yararı var sanırım. Rebetisler, Küçük Asya (Anadolu) felaketiyle İzmir’den, Urla’dan, İstanbul’dan, Bergama’dan, Ayvalık’tan Atina’ya, Pire’ye göçmek zorunda kalan sığınmacılar. Barakalarda yok yoksul yaşamışlar.. Acılarını, kederlerini, hüzünlerini Anadolu’dan getirdikleri çalgılara dökmüşler. 1930’lu ‘40’lı yıllarda kendi kültürlerini oluşturmuşlar. Pire’de doğan Mangaların kültürüyle kaynaşmışlar. Bir alt kültür oluşmuş 1950’lli yıllara dek. Ürettikleri müzik bu alt kültürün bir parçası. Rebetika ya da Rebetiko diye anlamlandırılıyor. Makamları nihavent, hüzzam, kürdillihicaz, rast. Bu müziğin İzmir tarzı ise zeybek havalarına yakın. Çiftetelli ve uzun havalar İzmir tarzını belirliyor. Bir üslup, bir tavır. “Taş Plak Gazelleri”nde onların hüzünleri, coşkuları ve gurbet acıları var.
“Taş Plak Gazelleri”ne hayal gazeller demek mümkün. Hayal olan insanların yaşam serüvenlerine göndermeler yapmayı önceledim bu kitapta. Müzikleri ve sesleri tozlu taş plaklarda kalan, siyah beyiz fotoğraflarda solgun yüzleri belli belirsiz çıkan insanlardı hepsi. Bir ses kanalı aradım onlarla şiirlerim arasında.
“Taş Plak Gazelleri”, geçmişte ortak bir kültürü, ortak sevinç ve acıları, ortak bir coğrafyayı, ortak bir geleneği paylaştığımız Türkiye’li azınlıklar üzerine yazılan ilk şiir kitabı olma özelliğini taşıyor. Şiirimizin, 1990 sonrası, çok uç noktalarda gezindiği bir dönemde, 2000’li yılların eşiğinde, yanı başımda sessiz sedasız kalan geleneksel çizgiyi, sesi sürdürmeyi yeğledim. “Taş Plak Gazelleri”, bu anlamda da klasik şiirler toplamıdır. Klasik tanımlı şiirlerin köklerini önceki kitaplarımda bulmak mümkün. Bu anlamda da yenilikçi şiirlerdir. Yenilikçi şiir; biçim oyunları, sözcükleri kırıp bozma, anlamsızı zorlama değildir. Gelenekçilik adına, ölü birtakım biçimleri yineleme, eskimiş duyarlıklara yeniden dönme de değildir. Yenilikçi şiir, önce şiirdir. İyi şiirdir ve yaşama ilişkindir. Çokanlamlı, aykırı, resmi ideolojinin bilinç öznesi olmayan şiirdir.
[Ahmet Ada, Taş Plak Gazelleri, Broy Yayınları, 1995]
TAŞ PLAK GAZELLERİ’NDEN ÜÇ ŞİİR :
AHMET ADA
TAŞ PLAK GAZELİ
Kış odasında elma kokusu, Roza ve ben ne kadar iyi
Bugün taş plaktan dinledim Roza Eskenazi’yi
Sesine Hafız Burhan’ın kuşları konmuş belli ki
Atina 1934. Kuşlar, bir onlar kalmış anlayan garipliğini
Solgun bir resimde Eskenazi, yanında tanburi
Yüzünde deli divane hicran, gökyüzü gergefi
Bir yalnızlıktan kurtulmuş elinde açelya çiçeği
Değil yok tef bu, uçarken üşümüş yüreği
Ah Roza Eskenazi, bugün taş plaktan dinledim sesini
Yıllar çabuk geçiyor. Kimseler anlamıyor gülün kederini
ABLAM İÇİN GAZEL
Ablam çiçekli basmalar giyerdi. Gurbet ustasıydı,
Sıla mı, hüzün saatleri mi. Eylülün ilk haftasıydı,
Saçlarını tarasa akıp giderdi onlarca keder
Darılsa bana kumral bir yalnızlığa başlardı
Verandanın köşesinde siyah beyazdı sesi
Ablam yaşasaydı solgun şarkılar söylerdi
Eylül müydü albümden düşmüş sonbahar mı
Ne güzel bir güldü bütün özlemi sarardı
Bir gün kalbi kuş uçmayan atlaslara gömüldü
Yaşasaydı kuş olup cezayir menekşelerine konardı
SOLGUN ABLALAR GAZELİ
Eski gramofonlarda gül sesi eskir yaz gelir
Belli ki yaz değil kuşlar göğünden ablam gelir
Ablam gül yetiştirir çiçeksiz balkonda
Solgun bir nehirdir gövdesi, umutsuzluğu sular gelir
Annemin başında kocaman bir şapka, Girit’ten
Gelmişiz biz, ablam sevda şarkıları sular gelir
Solgun bir halk şarkısıdır ablamın gölgesi
Külhan bir ay çıkar, kapı önlerini sular gelir
Ben şuraya koymuştum plakları, şimdi kış abla,
Bir gün çalınır radyolarda dünya içre zaman gelir
[Ahmet Ada, Taş Plak Gazelleri, Broy Yayınları, 1995]
“TAŞ PLAK GAZELLERİ”NİN
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
MUAMMER KETENCOĞLU*
-İyi günler! Ben Kayseri’den şair Ahmet Ada, telefonunuzu kaset şirketinden aldım.
İşte bu sözcüklerle başladı şair Ahmet Ada’ya tanışmamız. Aylardan da sanırım Marttı. Sesindeki okşayıcılık bende derin bir sıcaklık duygusu yarattı doğrusu. Ardından, zaman zaman yapılan telefon konuşmaları, danışmalar, yazılır yazılmaz mektupla yollanan gazeller bir yandan keyifli bir dostluk yeşertirken, öte yandan “Taş Plak Gazelleri”nin çoğu oluşum aşamasını evime kadar taşıdı. Kitapta benim yazımın kendisininkinden önce gelmesi konusundaki küçük tatlı sürtüşmemizi o kazandı. İşte belki de yerini hak etmeyen bu satırları okumaktasınız şimdi.
Burada şiire ilişkin değerlendirmeler yapacak değilim. Sadece gazellerin bende yarattıklarını küçük müzikal değinmelerle bağlantılı olarak aktarmaya çalışacağım.
Rebekita müziğine duygusal bir tanımla yaklaşacak olursak: iki kıyının yoksullarının müziği diyebiliriz. Bu dramatik bir kucaklaşmadır. Mübadele sırasında Küçük Asya Rumlarının içli, yanık, Anadolu kokan değil, Anadolu’nun kendisi olan türküleriyle; Pire ve Selanik’in sürüklendikleri – seçtikleri yaşam tarzı yüzünden toplumca soyutlanan, başına buyruk “manga” alt kültürünün serkeş, isyankâr ve tekdüze türküleri bir yazgıyı paylaşırcasına, birbirini avuturcasına kucaklaşmışlardır. İlkin ayrı ayrı söylenen bu iki yoksul kitlesinin türküleri, özellikle 1930’dan sonra, en güzel yanlarıyla bir araya gelip asıl Rebetiko’yu, o renkli karışımı meydana getirdiler.
Bir duygu müziğidir Rebetiko. Yurtsuzluğun, bitip tükenmek bilmeyen günlük hayatî sıkıntıların, dolu dolu yaşanan aşkların, hapishane hayatının kederini alabildiğine yalın bulabiliriz bu şarkılarda. Bir de derin bir uyumsuzluğu, bir de esrarcı, derviş (Rumca’ya bu sözcük, “günlük hayatla ilgilenmeyen, boşveren” anlamında, “devrisi” olarak girmiştir) hikâyelerini bulabiliriz bu şarkılarda…Bir de ironik ya da katıksız neşe ifadelerini…Bu, kendine göre asaleti olan yapmacıksız şarkılar, Anadolu’yla ortak paydalar taşımalarına karşın, 50 yıl gecikmeyle bize, Türk insanına ulaşabildi. Ne mutlu ki ulaşabildi.
Bu şarkılar insanlarımızı gerçekten ve derinden etkiledi. Sayıca az ama seçkin ve ısrarlı bir meraklı (bu sözcük de “meraklis” olarak, “bir şeye tutkuyla sarılan” anlamında aynen Rumca’ya geçmiştir) kitlesi oluştu. Kimileri konuyla ilgili bilgiler edinmeye çalıştı, kimileri ise olabildiğince müzik kaydı elde etmeye; bazıları da (benim gibi) müzikal açıdan hemen hemen tam bir özdeşleşme yaşadılar ve türlü soruna karşın bu şarkıları mümkün olduğunca aslına sadık yorumlamaya, insanlara ulaştırmaya çalıştılar. Sevgili Ahmet Ada da Rebetiko müziğini dinlediğinde içinden, o sıcacık şair yüreğinden dalga dalga şu güzelim şiirler adeta fışkırdı.
“Taş Plak Gazelleri”, gazel sözcüğü çevresinde ilginç bir üçlü buluşmaya beşiklik ediyor. Türk müziğindeki gazel, (Rebetikolarda da “amene” olarak geçen makamsal doğaçlamalar diyebiliriz) birçoğu gazel de söyleyen rebetiko şarkıcı ve müzisyenleri, bir de eski bir şiir formu olarak gazel. Bu görkemli buluşmaya günümüz Türkçesinin doyumsuz tadıyla, gerçekliğin her gün daha iyi kavranan karamsar yanı da eklendiğinde bu şiirlerin neden bu denli vurucu olduğunu belki bir parça olsun anlayabiliriz.
Kültürün ve sanatın her alanında ciddi bir kopuş, geçmişin bize devrettiği mirasa karşı bir yok sayma, bir burun kıvırma eğilimi yaygınlaşmaktadır. Medyanın tüketime yönelik olarak desteklediği köksüz, değersiz yaşam tarzına karşılık yeni sanat da aykırılık ve anlaşılmazlık eğilimine itibar etmektedir. Oysa eğer geçmişle bugün arasında nedensel bir ilişki varsa, doğal olarak sanat da günümüzde ulaştığı düzeyi büyük ölçüde insanlığın bize bıraktıklarına borçludur gibi geliyor bana. İşte bu açıdan da son derece ilginç yaratıcılık örneğiyle yüz yüzeyiz: eskiyle yeninin bağnazlıktan uzak ve kendine özgü bir bileşimle uyum sorunu olmaksızın iç içe girdiğini hissettim bu şiirlerde.
Gazeller, Roza ve Marika’nın bugün torunlarınca da aynı coşkuyla hissedilen Anadolu özleminden Papayuanu’nun naif şarkılarına, Marko’nun afyonsuz geçmeyen günlerinden çatlak sesine dek birçok ayrıntıyı içeriyor. İnsan sevgilisini ve koşulsuz dostluğu bir de…hem de en heybetlisinden ve altı çizilmeden. Barış dileği kendiliğinden tüm doğallığı ve insancıllığıyla adeta emilmiş şiirlerce…
Vasilis Tsitsanis eğer bilseydi Türkiye’li bir şairin kendisi için gazel yazdığını, ölüm döşeğinde daha huzurlu olurdu kanısındayım. Ne yazık ki bu gazellerden habersiz öldü. Günümüzün büyük şarkıcısı Yorgo Dalaras – Türkiye’de sesi ve şarkılarıyla nice yüreği bir ateş koruna çevirdiğini, sonra da tedavi ettiğini bilseydi – plağının arkasına Kuzey Kıbrıs Savunma Bakanı’nın teşekkür mesajını iç rahatlığıyla bastırabilir miydi? Doğrusu bilmiyorum. Ama işte elimizde onlarca gazel var. Suyun öte yakasıyla kardeşçe söyleşen, önyargısız, sahici “Taş Plak Gazelleri”..
Tam burada, bir kısım aydınlarımızca kulaktan dolma bilgilerle varılmış yanlış bir yargıya değinmek istiyorum. Yalnızca kaynaklandıkları kültürel yapının görece benzerliğinden yola çıkılarak Rebetiko müziği ve arabesk müzik birbirinin karşılığıymış gibi değerlendiriliyor. Oysa daha ilk yıllardan başlayarak Arabesk müzik bir kazanç alanı haline gelmiş, büyük ölçüde kendini tekrar eden, tüketime yönelik bir çizgiye oturmuştur. Rebetiko müziği ise yok olmaya yüz tuttuğu 1950 ortalarına dek, büyük oranda, müzisyenlerin dolaysız dışavurumu niteliğindedir. Bu yüzden Arabesk müzikte son derece sınırlı temalara yer verilirken Rebetiko için bunu söylemek çok zordur. Türkiye’de Arabesk sanatçıları varlık içinde yaşarlarken, Rebetiko bestecilerinin çoğu, en önemlileri bile yoksulluk içinde ölmüş, hak ettikleri ilgiyi çok sonraları bulabilmişlerdir.
Rebetiko, Türkiye’yle Yunanistan arasında asla yok edilemez bir barış köprüsüdür. Eski malzemeyle ama yepyeni bir ustalıkla dokuyarak ördüğün bir barış köprüsü de senden sevgili Ahmet Ada.