Rum, Türk ve Yahudi türküleri, Balkan müzikleri, Anadolu kadın ağzı şarkıları, zey-bek havaları… Muammer Ketencoğlu, kay-bolmaya yüz tutmuşken yakaladığı gelenek-sel müziği miras kabul ediyor. Farklı coğraf-yaların geleneksel tınılarını hem arşivliyor, hem müziğe döküyor. Folklor araştırmaları büyük bir yap-bozun parçalarını tek tek top-larken, albümleri Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyanın halk türküleri-ni en yalın haliyle sunuyor. Muammer Ketencoğlu ile keyifli bir röportaj yaptık.
Egelilik ve müzik bir araya gelince ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
Yaşadığımız coğrafya giyim biçimimizden yemek seçimimize, aile ilişkilerimizden şive-mize kadar pek çok temel özelliğimize etki eder. Çocukluğum ve gençlik yıllarım Ege’de, İzmir-Tire’de geçti. Daha o günler-den bir müzik tutkunu olacağım belliydi. Annemin müziğe yatkınlığı, dayım ve eniş-temin Tire Belediye Bandosu’nda profesyo-nel trompetçi olarak çalışması ve ikisinin de beni yüreklendirmesi, çocukluğumdaki müzik ortamını şekillendiren öğelerdi. Annem ve dayımla düğünlere giderdim. “Köçek” denen kadın müzisyenlerden kadın zeybeklerini ve oyun havalarını, dayımın “takım” dediği 5 kişilik küçük düğün orkest-rasından yine zeybekleri ve daha popüler şarkıları dinleyip öğrendim. Ayrıca Ege’de yaşadığım için dinlediğim Yunan ve Balkan radyo istasyonları ilerideki müzik beğeni-min ilk kıvılcımları oldu. Özellikle bayram sabahlarını unutamam. İlla ki erken kalkılır-dı ve İzmir Radyosu’nun yayın akışında davul zurnayla zeybekler çalınırdı; büyüle-nirdim. Zeybek ritmi Anadolu’nun diğer bölgelerinde yaşayanlar için biraz ağır bulunur ve zor kavranır. Oysa o ritim zaman içinde benim hiç gayret göstermeden algıla-dığım ve yaşadığım bir ritim oldu. Sonraları başta Balkan müziği olmak üzere, dünya müzik gelenekleri içinde yaptığım yolculuk-lara karşın Ege ve Ege müziği her zaman rahat nefes aldığım bir alan olarak kaldı.
Rembetikonun anavatanı İzmir olarak anılıyor. Balkan ve Ege müziği-nin önemli bir araştırmacısı olarak “Ege müziği” dediğimizde nasıl bir hazine çıkıyor karşımıza?
Rebetiko (rebetiko ya da rembetiko, ikisi de doğru) müziğini 1988 yılında yakın bir dostumu ziyaret etmek üzere gittiğim Viyana’da keşfettim. Ardından okuyup araştırmaya başladım. Ege’deki Türk müziği geleneğinde olduğu gibi, zeybeklere rebetikoda bolca rastladım. Bunun dışında kasap havaları ve çiftetelliler de büyük yer tutuyordu. Makam yapıları ise hemen hemen aynıydı.
Rebetikonun ilk döneminde repertuarı büyük oranda İzmirli Rumların geleneksel müziğinden örnekler ve yine aynı tarzda yapılan yeni besteler oluşturuyordu. Ve bu geniş repertuar 20’inci Yüzyıl’ın başında İzmir, Pire ve Selanik’teki “cafe aman”larda çalınırdı.
Ege Türk müziğinde çeşitli hızlarda icra edi-len zeybekler ve oyun havalarının üzerine zamanla fazla bir şey eklenmedi. Zaman içinde yapılan derlemeler belli bir sayıyı aşmadı. Bir anlamda yenilenmeyen bir kül-tür kesiti olarak kaldı. Ancak rebetiko müzi-ğinde durum farklıdır. İzmir’den taşınan geleneğin Pire’deki marjinal alt kültürlerin şarkılarıyla birleşmesini, rebetikonun kendi içindeki dönüşümünü ve rebetiko sonrası çağdaş Yunan müziğinin sürekli bu eski kay-naklardan beslenmesini düşünürsek devam-lılık arzeden canlı bir organizma karşımıza çıkar. Bir de Ege Yunan adalarındaki canlı dans ve şarkı geleneğini bu hazineye ekleye-biliriz.
Halk müziği, geleneklere dönüş yolunda yeniden canlandı. Siz de tüm dünyada unutulmaya yüz tutan halk müziği eserlerini bulup çalıyor-sunuz. Bunun önemi nedir?
Gençlerin halk müziğine duyduğu ilginin arttığı doğru. Ancak bu ilgi, yapılan az sayı-daki özenli çalışmadan çok, aceleye getiril-miş, sıradan, hatta dijital altyapılarla bozul-muş örneklere yönelik. Bu popüler örnekle-rin düşünsel altyapısı gençlere halk müziğini sevdirmek olarak da akla uygun hale getirili-yor. Bu çerçevede geçmişteki müzik kültürü-nü sahiplenen müzik adamının kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Ben de bunu yapmaya gayret ediyorum. Çalışmalarımda bir yandan bugünde yaşadığımı unutmadan ama türkülerin eski haline de özünü değişti-recek kadar müdahale etmeden düzenleme-ler yaparken, diğer yandan repertuara yeni bir soluk getirmeye, daha önce hiç söylen-memiş ya da çok az icra edilip hak ettiği değeri görememiş örneklere öncelik tanıyo-rum. Herkesin yaptığını yapmak kolaydır. İnsanoğlu tarih boyunca ardından iz bırak-maya çalışmış. İz bırakmaksa kültüre somut ya da soyut yeni öğeler eklemekten geçer. Ne yazık ki bu yaklaşımı benimseyen müzis – yenler olarak yeterince kalabalık değiliz. Var olanlar da yeterli ilgi ve desteği göremiyorlar.
Çoğu İzmir dönemine ait rebet şarkı-larını içeren 78 devirli plak kayıtları-nı biraraya getirdiniz. Bundan söz eder misiniz?
1993 yılıydı. Yunanca şarkılardan oluşan ilk albümüm Sevdalı Kıyılar’ı yayınlamıştık ve içim 5 sene önce keşfettiğim rebet şarkıları-nın hüznü ve coşkusuyla doluydu. Yoğun olarak konserler veriyor, rebetikoyla ilgili konferanslara davet ediliyordum. Bu süreçte birincisi 1994’te Serdar Sönmez’le, ikincisi de 1996’da tek başıma olmak üzere bu iki seçkiyi dinleyiciyle buluşturduk. Tepkiler inanılmazdı. Gençler, aydınlar, 70 yıldır kop-tuğumuz komşumuzun aynen bizimkiler gibi olan şarkılarını yeniden keşfetmenin sarhoşluğu bana harika dinleyiciler ve dost-lar kazandırdı.
Bu yeniden keşif, iki ülke ilişkilerinin kat ettiği büyük yolla birleşince bugünkü renkli portre ortaya çıktı. Bugünlerde İstanbul’da Türk ve Yunan müzisyenlerin birlikte kur-dukları birçok rebetiko topluluğu sahneler-de gözüküyor, konserler veriyor. Yalnızca Türk müziği öğrenme amacıyla çok sayıda öğrenci ve genç müzisyen İstanbul’u ziyaret ediyor. Bazı istisnalar dışında İstanbul’a ilk otantik rebetiko topluluğu 1993’te geldi. 20 yılda iki ülkenin insanı ve müziği, kayıp yıl-ları telafi edercesine hızla kaynaştı.
2008’de “İzmir Hatırası” adlı albüm çıktı. Bu albüm 1922 öncesinin çok-kültürlü İzmir’ine müzikal bir gezin-ti. Nasıl hikayelerle karşılaştınız?
Albümün kitapçığını hazırlarken bolca okuma yaptım. Çünkü İzmir’deki Rum kül-türüyle ya da Yahudi gelenekleriyle ilgili somut kaynaklar yoktu. Yalnızca yazılı kay-naklara dayanmak durumundaydım. Birbiriyle etkileşim içinde olan bu üç kültü-rün halk müziği geleneğini konunun uzmanları tarafından yazılmış 3 ayrı yazıda sunmaya çalıştım. İzmir’deki Türk Halk Müziği’ne ilişkin yazıyı, müzisyen, araştırma-cı ve derlemeci Ali Fuat Aydın, İzmir Yahudi müziğine ilişkin yazıyı, müzisyen-araştırma-cı Jak Esim ve İzmir-Rum halk müziğine dair yazıyı da ben yazdım. İzmir Hatırası büyük bir ilgiyle karşılandı. Başta İzmir Ticaret Odası olmak üzere birçok kurum çalışmaya sahip çıktı. Dünyanın belli başlı müzik kütüphanelerine yolladık. İtalya’da Padova Üniversitesi’nde bir konferans ve konser gerçekleştirdim. Ardından Almanya’da Bremen şehrinde Alman müzisyenlerle İzmir türküleri atölye çalışması ve konseri gerçekleştirdik.
Yunanistan’da ilgi oldu mu?
Kuşkusuz Yunanistan’da da dinleyicinin büyük ilgisiyle karşılaştım. Yunanistan’ın en büyük müzik mağazaları olan Metropolis ve Music Corner albümü bugün de raflarında bulunduruyor. Albümü kaydederken derle-me çalışmalarına yeltendim. Ancak eski tür-küleri bilen amatör ya da profesyonel icracı-lar çoktan aramızdan ayrılmışlardı. Yine de İzmir Hatırası’nın ikincisini, hatta üçüncüsü-nü yapılabilecek kadar malzemeye sahibim.
Albümün en vurucu şarkısı kanımca “İzmir üçlemesi” olarak adlandırdığım kolajdır. Şarkı Türkçe başlar (Tire’den derlenmiş), Yahudi İspanyolcasında (Judeo-Espanyol yada ladino) ve Rumca biter. (Anne tarafı Bayındır’dan mübadeleyle göçmüş büyük müzisyen ve araştırmacı Domna Samiou tarafından derlenmiş)
2010’da “Gezgin” yayınladı. Bu albüm ilk beste albümüydü. Beste yapmayı sürdürüyor musunuz?
“Gezgin” albümü benim için çok önemli. O güne dek beni geleneksel müzik tutkunu olarak tanıyan dinleyici, bu kez bestelerimle tanıştı. Aslında bu besteler de geleneksel müzikten hiç de uzak değiller.1990’lardan bu yana yaptığım dinlemelerden geriye kalan tortulardan türlü geleneksel müzikle-rin izlerini taşıyan Gezgin ( The Traveler) 13 beste içeriyor. Yunan, Rus, Bulgar, Romen ve hatta Brezilya etkileri içeren şar-kılar var. Birçoğu da Türk müziği esinli tabii ki. Bir de babama adadığım bir çiftetelli bes-teledim. 2005’te İzmir Devlet Tiyatrosu’nca sergilenen bir tiyatro oyunu için besteledi-ğim Eski Bir İzmir Hikayesi adlı tema da albümde yer alıyor.
Bir de Tuna’nın Beri Yanı ile süren radyoculuk kariyeri var…
Radyoculuk devam ediyor. Bu ay, yani 2014 Kasım’ında tam 19.yılımı tamamlayacağım. Tuna’nın Beri Yanı benim için bitmeyen bir tazeleme gücü. Benim gibi müzisyenler çok sık konser veremiyor. Dolayısıyla her çar-şamba 13:00-14:00 arası Açık Radyo 94.9 ve www.acikradyo.com ‘da düzenli olarak dinleyiciyle buluşuyorum. Kimi zaman bir şarkıcı, kimi zaman bir halk çalgısı, kimi zaman bir bölge ya da tarz üzerine sıkıcı olmayan uzunlukta bilgilerimi aktarıyor, bol bol da örnek dinletiyorum. Dünyanın her tarafından geleneksel müziğe ilgi duyduğum için, zaman zaman kendi koyduğum coğrafi sınırları umursamadan, örneğin Özbekistan’dan ya da Moritanya’dan şarkılar dinletiyorum. Günceli de ihmal etmeden, örneğin yakın zamanda aramızdan ayrılmış bir şarkıcı ya da virtüözü anıyorum.
Müzik arşiviniz çok önemli. Bundan yararlanma olanağı var mıdır?
80’li yılların sonunda Rusya ve Doğu Bloğu ülkelerinden bavul ticaretiyle gelen plaklar, müzik kütüphanemin ilk değerli parçalarıdır. Avrupa’ya ve Balkanlara yaptığım yolculuk-larda kısıtlı paramı son kuruşuna kadar plak, CD ve kasetlere verdim. Ardından düzeyli geleneksel müzik yayınlayan (Smithsonian Folkways, İnedit, Rounder gibi..) düzeyli müzik yayıncıları ve kurumlarla kurduğum aktif iletişim sayesinde de pek çok nadir kayda ulaştım. Bugün arşivimin ağırlık nok-tası Yunanistan, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya. Ancak dünyanın başka bölgelerinden de çok değerli albümler de mevcut.
Müzik kütüphanem ilke olarak tabii ki her-kese açık. Ama ben bir resmi kurum olmadı-ğım için ve her ayrıntıyı tek başıma gerçek-leştirdiğim için, kayıtlarımı daha çok ciddi akademik amaç güden müzisyen ve araştır-macılarla paylaşıyorum.
Zeybek Topluluğu, Balkan Yolculuğu, Kadın Sesleri Topluluğu gibi çok önemli projeleriniz var. Hepsi devam ediyor sanırım…
Zeybek Topluluğu, Balkan Yolculuğu hız kesmeden konserlerini sürdürüyor. Balkan Yolculuğu’yla Buca Uluslararası Balkan Festivali’nin kapanış konserini gerçekleştir-dik. Ve daha şimdiden mayıs ayında Zürih’te saygın bir kulüp olan Jazzclub Moods’da sahne alacağımızı söyleyebilirim. Ancak ne yazık ki Kadın Sesleri Topluluğu mali ve pratik nedenler yüzünden yoluna devam edemiyor. Bu özel projenin başta kadın örgütleri olmak üzere hiçbir şekilde destek-lenmediğini açıkça söyleyebilirim. Şu anda devam eden başka bir proje var. 2012’nin Ocak ayından itibaren Bahçeşehir Üniversitesi sanat birimi Bauart’a bağlı ola-rak kurulan “Medeniyetlerin Sesi Koro ve Orkestrası’nın” genel sanat yönetmenliğini yürütmekteyim. Koromuzdaki öğrenci arka-daşlarımız ve orkestra elemanlarıyla şefimiz Öcal Öcalan ile birlikte Anadolu ve çevre coğrafyalardan halk türkülerini çok sesli ola-rak seslendirmekteyiz. 8 Kasım’da Köln’de geniş katılımlı bir konser gerçekleştireceğiz.
Anadolu’dan kadınlarca yakılmış tür-küleri seslendirmek üzere 17 kadın sesini biraraya getirdiniz. Kadınlar-Anadolu ve türküler dediğimizde nasıl bir tablo çıkıyor?
Bu deneyim benim için gerçekten son dere-ce öğreticiydi. En başta dünyanın yarısının, dolayısıyla insanlık kültürünün de yarısının kadınlarca oluşturulduğunu kavradım.
Kadın düşünce biçiminin bölgelerimize göre değişen naifliğinin, kapalılığının, rahat-lığının, isyanının ve hatta muzurluğunun türkü sözleri yoluyla kavranabileceğini gör-düm. Ayrıca kadınlardan türkü derlemenin ne denli zor olduğunu… Hele erkekseniz ola-naksız gibi bir şey olduğunu… Bu yüzden kadın kaynaklı kişilerden derlenmiş türküler batıdan doğuya gittikçe azalıyor. Derlenemediği için kaybolup gitmiş pek çok kadın ağzı türkü olduğunu düşünüyo-rum. Bu çalışma sırasında kadınlarla çalış-manın zorluklarını da deneyimledim. Yine de ortaya çıkan sound, bu zorluklara fazla-sıyla değerdi. Kadın Sesleri Topluluğu’nda oluşturduğum repertuarı, Muammer Ketencoğlu ve Folk Beşlisi adıyla oluşturdu-ğum yeni bir projede sahneye taşıyorum. 2013 Ekiminde Brezilya Sao Paolo’da Folk Beşlisi’yle iki konser gerçekleştirdik ve hari-ka anılarla döndük.
Sıradaki projeleriniz neler?
Yeni projemden önce 2012’de kaydettiğimiz Balkan Yolculuğu topluluğumun 3. albümü-ne değinmek istiyorum. Bu çalışma Balkan Savaşlarının 100. yılıyla bağlantılı olarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsası tarafın-dan finanse edildi. Ancak sınırlı sayıda özel bir baskı yapıldı ve dağıtıldı.
2015 yılı içinde Balkan Yolculuğu grubu-mun 4. albümü yayınlanacak. Albümde bugüne dek Türkiye’de hiç seslendirilmemiş ya da nadiren seslendirilmiş Türkçe sözlü Rumeli türkülerini dinleyiciyle buluşturaca-ğız. Meraklısını fazlasıyla heyecanlandıraca-ğını düşünüyorum.
edaktüel
kasım-aralık 2014